Kültür toplumun sosyal yapısına yön veren ve o topluma kişilik kazandıran ortak davranışlardır. Zaman içinde değişme, gelişme ve yenileşme özellikleri taşıdığından dolayı kültür, canlı ve dinamik bir yapıya sahiptir. Toplumun yaşama düzeyine bağlı olarak doğup geliştiği için hayatin içindedir. Bir milleti diğer milletlerden ayıran yasayış tarzı, o millete özgü duygu ve düşünce birliğinin oluşturduğu ruhtur.
Son yıllarda meslek, aile ve evlilik alanlarında meydana gelen değişimler, bireyin günlük yaşamını etkilemekte, kişisel, sosyal, mesleki ve ailevi açıdan birçok sorun yaşamasına ve çağımızın önemli fenomenlerinden birisi olan tükenmişlik durumuyla karşı karşıya gelmesine neden olmaktadır. Tükenmişlik terimi Graham Greene’nin 1961 yılında yayınlanan ruhsal açıdan çöküntüye uğramış bir mimarın işini bırakıp Afrika ormanlarına kaçışını anlatan “Bir Tükenmişlik Olayı (A Burnt-Out Case)” adlı romanında aşırı derecede bitkinlik ve bireyin işi için hissettiği öfke duygusu ile birlikte idealizmini kaybetmesi şeklinde tanımlanmıştır.
Tükenmişlik olgusu, sosyal bir problem olarak öneminin anlaşılmasıyla birlikte; araştırmacılar tarafından ilgi duyulan bir çalışma konusu olmuştur. Pines ve Aronson’a (1988) göre tükenmişlik; bir şevk enerji, idealizm perspektif ve amaç kaybıdır ve sürekli strese, umutsuzluğa ve çaresizliğe ve kapana kısılmışlık duygularına neden olan fiziksel, duygusal ve zihinsel bir tükenme durumudur.
Etzion ve Pines’a (1986) göre, tükenmişlik insanların kişisel ve psikolojik iyilik halleri, eş, aile ve toplum yaşamları için oldukça önemli bir tehdittir. Bu nedenle, ağır yaşanan bir tükenmişlik durumu kişide ciddi bireysel, mesleki ve ailevi problemlerinin yanı sıra psikosomatik bozukluk, uykusuzluk, alkol ve madde kullanımı gibi problemlere neden olabilmektedir.
Türk Kültüründe doğu kültürlerinde olduğu gibi, grup üyeleri ile uyumlu çalışma, işbirliğini benimseme örgütlerde bireylerin yaşantılarına önem verilme, bir aile görüntüsü çizme önceliklidir (Şatır, 1998).Türk kültüründeki bu özellikler bireyin yalnızlık hissi yaşamasını, dünyayla bağlantısını koparmasını, sevgisizlik hissine kapılmasını engeller. Tükenmişliği tetikleyen önemli etkenlerden bir tanesi de hiç şüphesiz yalnızlık ve sevgisizlik hissidir. Bu yönüyle Türk kültürü bireyin tükenmişlik yaşamasına engel teşkil eder. Erkan’a göre (1994), Türk toplumunda, uzun dönemli, kalıcı ve etkin işleyen örgütlü çalışma geleneğinin olmayışı, bağımlılığa dayalı ilişki toplumu özelliğinden kaynaklanmaktadır. Türk toplumu davranışlarının göreve dönük değil, ilişkiye dönük olduğunu Sargut’ta saptamıştır (Sargut,1994). Türk kültürü; bireyi yeniliğe, başarıya, yaratıcılığa güdülemek yerine, sosyal ilişki geliştirmeye ve bağımlılığa güdülemektedir. Türk toplumunun özelliklerini Sargut şöyle sıralamıştır (1994): Türk insanı birlikte davranmayı, bireyci davranışın önünde tutar. Türk toplumu dişisel özellikler gösterir. Türk toplumunda belirsizlikten kaçınma eğilimi yüksektir. Türk kültüründen bireyler dışsaldır. (Kaza, kader anlayışı) Örgütsel güç mesafesi fazladır. Tükenmişlik psikolojisine sokmuş olan birey yaşamının şans ve kader ya da diğer insanlar tarafından yönlendirildiğine inanırlar. İç kontrol odaklı olmadıkları için kendilerine güven ve yeterlilik söz konusu değildir. Çözüm yerine katlanmayı tercih ederler.
Türk toplumunun genelinde aile yapısı güçlüdür, "ekmeğin bölüşülmesi" kültürünün sürdürülmektedir, bu durum bireyin tükenmişliğine, yaşanılan maddi ve manevi krizlere karşı direnci artırmakta, gerçekleştirilen yardımlaşmalar ayrıca moral ve motivasyon sağlamaktadır. Sağlam toplumsal yardımlaşma geleneğine sahip olan Türk aile yapısındaki birlik ve dayanışma kültürü tükenmişliğin yaratacağı olası yıkımın etkisini zayıflatmaktadır.
Türk Toplumu ve Kültürüyle İlgili Değer Yargıları
Türklerle ilgili bu değer yargıları; olumlu ve olumsuz olarak iki grupta toplanabilir. Bu değer yargıları, ülkemize çeşitli zamanlarda gelen seyyahlar, turistler, araştırmacılar... tarafından ileri sürülmüştür.
Bunlardan olumlu olanları şunlardır:
Olumsuz olan değer yargıları da;
Kuşkusuz Türklerin; diğer ülkelerle olan dostluk ve düşmanlık ilişkilerine göre, onlara karşı olan bu değer yargıları da farklılıklar gösterecektir.
Türk Toplumunun Kişilik ve Karakter Yapısı
Psikiyatrik anlamda agressiviteden düşmanlık, saldırganlık taşıyan açık ve kapalı düşünce, duygu, tutum ve davranışlarla ifade edilir. Düşmanlık, hiddet, kızgınlık kelimeleri ile ifade edilen durumlar Türk insanında vardır. örneğin; aile yapısındaki ekonomik güçlükler, aile içi huzursuzluklar, rol ve otorite dağılımındaki karışıklıklar, geleneklerin kaybı, moda, sinema, dans gibi zevklerin, aile üyeleri arasındaki değişik ölçüde benimsenmesi, kuşaklar arası çatışmada karışıklık ve bozulmalara yol açmaktadır. Yine toplumumuzda; eğitici ve eğitilen, yönetici ile yönetilen, uzmanla uzman olmayan, patronla işçi, devletle ona bağlı kuruluşlar, anne baba ile çocuklar arasında hak ve ödevlerin karşılıklı tanımı ve kuvvetlendirilmesindeki aksaklıklar ve eksikliklerin davranışlarımızı etkileyen, toplumsal aktif ve edilgen davranış bozukluklarına yol açan nedenler olmaktadır. Ya da; biriken saldırganlıkların, sportif ve sanatsal etkinlikler gibi alanlara kanalize edilememesi, bazen de, saldırganlıkların obje ve değerlere yönelmesi söz konusudur. Saldırganlık Tükenmişlik Sendromu belirtileri içerisinde önemli yer tutar. Saldırganlık davranışı bireyin hem kendinin hem de karşısındakinin tükenmişliğine sebebiyet verir. Saldırganlık tükenmişlikte hem sebep hem de sonuçtur.
Tezcan’ın araştırmasında Türk imajının %82 bencil olmadığı tespit edilmiş olsa da günümüz Anadolu Türk toplumunun genellikle bencil olduğunu söyleyebiliriz. bunun örneklerini, günlük yaşamda çok sık bir şekilde görürüz. Örneğin; otobüslerde sıraya uymadan önce binip, ayakta kalmadan yolculuk yapmak istenmesi, ayakta isek ileriye yürümeyip diğer yolcuların da otobüse binmelerini engellemek, dolmuş şoförlerinin müşteri alma kavgaları, kıtlık veya savaş belirtisi zamanlarında kıt malın stoku için adeta yarışa girilmesi veya herhangi bir malın kıtlığının söz konusu olması durumunda, ihtiyacı olsa da, olmasa da hemen stokçuluğa gidilmesi, Türk insanının; radyo, teyp, televizyon gibi şeylerin sesini kendi zevkine göre başkalarını rahatsız edeceğini düşünmeden istediği kadar açması... Türk toplumunun bencillik özelliklerini gösteren örneklerdir.
3. Girişken Olamayış
Prof. Daniel Lerner, Anadolu’daki gözlemleri sonucu; Türk topluluğunda kişiliğin, “Daralmış Benlik” biçiminde olduğundan söz etmiştir. Bu kavram; merak, girişme, empati ve değişebilmede eksikliği ifade etmektedir. Gerçekten de; Türk toplumunun çocuk yetiştirme biçimi böyledir. Çocuk konuşmaya ve yürümeye başladıktan sonra baskıcı ve benliği daraltıcı bir yetiştirme tarzı benimsenir.
Başka bir yazar da; geleneksel toplumdaki kişilikle ilgili olarak, çocukların; büyüklerin düşüncelerini yanlış da olsa soru sormadan kabul etmek zorunda olmalarının inisiyatif yoksunluğuna yol açtığını, uysallık ve boyun eğmenin iyi bir nitelik olarak ödüllendirileceğini; çocuğun hiçbir zaman kendi fikrini ifade etmeyi öğrenmediğini, kişiliğinin grup kişiliği ile karıştığını, otonomi kazanamadığını, bundan ötürü zor sorunlar karşısında kendi başına karar verip hareket etmekten kendini aciz hissettiğini belirtiyor. Klinik çalışmalar; kişilerin kariyerlerinin, onların çocukluk deneyimlerinin üstesinden gelmeye iten bilinçaltı baskılardan etkilendiğini göstermektedir. Bireyin elde ettiği başarı çocukluk yaralarının iyileşmesini sağlamakta; ancak başarısızlık çocukluk travmalarını tekrarlatarak tükenmişliğe neden olur.
Türk toplumu gerçekten de sabırlı bir yapıya sahiptir. Özellikle el sanatlarının, ince sanatların yer aldığı yörelerimizde; sabırlı kişilik özellikleri gelişmiştir. Maraşlılar da; kızların el işleri, mobilyacılıkta süslemelerin fazlalığı, ince ruhluluk, sabırlılık gibi özellikler gelişmiştir. Aynı şekilde de Çinicilik sanatı da, Kütahyalı için aynı niteliktedir. Sabırlı olma tükenmişlik sendromuna gidişte direnç döneminde insanlara çok yardımcı olur. Çünkü direnç döneminin uzun olması sabırsız bireyler çok çabuk tükenmişlik içerisine çekilmesine sebep olur.
Bu nitelik; Türklere ilişkin eski değer yargılarında, olumsuz bir Türk özelliği olarak geçmektedir. Eski anlayışta gururluluk, Türklerin kendilerini diğer ülkelerden üstün görme biçimindeki bir milli gururluluktur. Bunu Osmanlı İmparatorluğunun hiçbir boyunduruk altında kalmamasına, daima başka ülkeleri yönetmesine, hiçbir zaman başkalarınca yönetilmemesine bağlayabiliriz. Atatürk de; Türk’ün daima öğünmesini tavsiye etmiştir. İşte bu milli gururluluk aynı zamanda bireysel onurluluğu, gururu ortaya çıkarmıştır. Ama bireysel onurluluk, kendini daima başkalarından büyük görme biçiminde anlaşılmaması gerekir. Aksi takdirde bu Türklerin; “Alçak gönüllülük” özelliğine ters düşer. Çünkü İslâm dininde; kibirlilik yasaklanmıştır.
Türklerdeki bu gururluluk anlayışı da zamanla değişmiş ve bugün; haysiyet yani kişiliğine söz getirmemek anlamına dönüşmüştür. Bu açıdan; olumlu bir özellik sayılabilir. Çeşitli mesleklerde de bunun örneklerini görebiliriz. Bir kimse, herhangi bir konudaki bilgisizliğini, cahilliğini hiçbir zaman başkalarına belli etmemeye çalışır. O konuyu biliyor görünür. Aksi takdirde onuruna dokunur.
Tükenmişlik ve intiharların nedenleri ile ilgili olarak yapılan bir araştırmada; özellikle gurura düşkünlük dolayısıyla rastlanan intihar girişimlerinin, büyük oranda oldukları anlaşılmıştır. Vakalar arasında; kendisine sözle hakaret edilen, görevini suiistimal ile itham edilme, nişanlısının kendisini beğenmediğini söylemesi, aile içi anlaşmazlıklar, okul başarısızlıkları,... Gösterilebilir.
Gerçekten; tüm halkımızın, herhangi bir durumda işin kolayına kaçtığını, genellikle kestirme yoldan gitmek eğiliminde olduğunu söyleyebiliriz. Üstümüzden baskı kalktığı zaman ise; işte, çalışmada “kaytarmalar” göze çarpar. Türk toplumunda kurnazlığı en iyi yansıtan yöre; Kayseri olmaktadır. Buranın insanı; açıkgözlü, kurnaz bir yapıya da sahiptir. Burada belirtilmek istenen kurnazlık kötü bir hilekarlık değildir. Güç bir durumdan sıyrılmaya yönelik pratik bir kurtuluş çaresidir. Atalay Yörükoğlu’nun belirttiği gibi; “Toplumsal yaşamımızda, Otorite; karşı çıkılamayacak, baş edilemeyecek kadar güçlü olduğu zaman kurnazlık, elde kalan tek silahtır.”
Kendine yeterlilikten yoksun olma yapısında olanlar: Benlik imajı güçsüz, kendine güvenmeyen, niteliklerini değersiz gören, yaşadıklarından dolayı çaresizliğe yatkın olan bireylerde tükenmişlik daha etkili olur. Fakat en zor durumlarda bile çözüm üretebilen bir kültüre sahip insanların kolay kolay tükenmişliğe girmeleri düşünülemez
Türk toplumu eskiden beri kanaatkârlığıyla tanınmıştır. Bu özelliğe sahip olunmanın başında ise; Tarımsal ekonomik yapının yetersizliği gelir. Örneğin; 1929 Dünya Ekonomik Buhranı, kuşkusuz Türkiye’yi de etkilemiştir. Fakat Türk kanaatkârlığı, bunalıma mukavemet etmede geniş rol oynamıştır. Bu konuda Prof. Şevket Raşit Hatipoğlu, “Türkiye’de Zirai buhran” isimli eserinde şunları söylüyor: “.... Anadolu Köylüsü, karşılığını beklemeden isteneni veren, devlete mutlak sadakati olan bir insandır. İşte bu insan hiçbir fevkalâdelik göstermeden, hiç yaygara koparmadan bize bunalım etkisizmiş izlenimini vererek, bütün yükleri sessizce üzerine almıştır. Anadolu köylüsünün, zaman zaman bir kusur olarak yüzüne çarptığımız kendi yaşamındaki sadelik, iddiasızlık, kanaat ve feragat, onun buhrana dayanmasında bir güç olmuştur. Türklerin krizlere ve tükenmişliğe dayanmasının sırrı işte buradadır” demiştir.
Türkler arasında kanaatkârlığın yerleşmesinde; dinsel nedenlerde geniş rol oynamıştır. Bunun, gerçekten dinsel bir kökeni olmasa bile, yüzyıllar boyunca dünyanın geçici olduğu, değersiz olduğu, sürekli mutluluğun ahirette elde edileceği halka durmadan telkin edilmiştir. Kanaatkârlık; halkı aynı zamanda da tutumlu olmaya sevk etmiştir. Özellikle geleneksel kesimde bu tutum daha güçlüdür. Örneğin; yapılan tasarruflar genellikle; altın, bilezik, beşibirlik gibi altın ziynet eşyasına yatırılır veya para olarak saklanır. Bankaya yatırmadan çok, bu eski usul tercih edilir.
Türk toplumunda; tutumlu ev kadını övülür, takdir edilir. Evinde günlük harçlığından, bütçesinden üç-beş kuruş arttırıp bir kenara koyan, çocuğuna bir şey alan veya ileride bir ihtiyacı için harcayan ev kadınına çok sık rastlanır. Kanaatkâr insan her türlü sıkıntıya göğüs gerebilir. Beklenti düzeyi ve istekleri alabildikleriyle sınırlı olduğu için tükenmişlik yaşama oranı düşüktür. Zor zamanlar için ayrılmış birikimlerde sıkıntı yaşanma riskini azaltacaktır.
8. Duygusallık
Türk toplumu genellikle; derinliğine inceleme yapmadan, yüzeysel kararlar vermektedir. Bunda; eğitim sisteminin de rolü vardır. Çünkü neden-sonuç ilişkileri açısından olayların ele alınması alışkanlığı, Türk toplumunda egemen değildir. Bu durum; resmi ilişkilerde dahi duygusallığın ön plana geçmesine sağlamıştır.
Duygusallık Türk toplumunun tükenmişlikle mücadelesinde olumlu ve olumsuz önemli bir etkendir. Olumlu yönü duygusal insan karşısındaki insanı kolay kolay kırmaz ve empati yapar. Olumsuz yönü ise stresle baş etmede sıkıntılar yaşar ve özellikle direnç dönemlerini başarılı bir şekilde atlatamaz.
9. Kıskançlık
Türklerin bu özelliği; davranışlarımızın büyük bir kısmında hemen göze çarpan tipik bir özelliğimizdir. Politikada, sanatta, günlük yaşamımızda .... yaygın olan bu kıskançlık, adeta başarının cezalandırılmasıdır. Kıskançlıkta insanın mutlu olmasını engelleyen önemli bir settir. Mutsuz insanda tükenmişlik sendromunu yaşar.
10. Meraklılık
Türkler, aşırı derecede meraklı bir toplumdur. Çünkü; toplumsal ilişkilerde en fazla göze çarpan özellikler arasındadır. Kişi; kendini ilgilendirsin-ilgilendirmesin birisini tanısın-tanımasın, mutlaka ne olmuş, ne bitmiş... diye bilmek ister. Türklerin, dedikoducu oluşları da buradan gelir. Kadını ile erkeği ile insanımız dedikoduyu sever, bu belki de; ilişkilerimizde sözlü kültürün egemenliğinin de bir etkisidir. Gayri resmi iletişim insanların normalde paylaşmakta sakındığı şeylerin paylaşılmasını sağlayan ortamı hazırlar. Merak bazen insanı sıkıntıya sokar ama yine de insan olmanın önemli özelliklerindendir. Meraklılık paylaşımı zorunlu kılar. Tükenmişlik için meraklılık bazen sorunlar yumağının başlangıcı, bazen de sıkıntıdan kurtuluşun yoludur.
Türklerin Zenginlik ve Servetle İlgili Değerleri
Türk toplumu gibi geleneksel yapıya sahip olan toplumlarda; fazla servet edinme isteği, dinsel ve toplumsal nedenlerden ötürü gelişmemiştir. Nitekim Türk Atasözleri buna çok güzel örnek olarak sunulabilir “Çok mal haramsız, çok lâf yalansız olmaz” sözü bu hususu doğrulamaktadır. Dinsel neden olarak; İslâm dininin, kanaatkârlık kuralının servet edinme isteğini durdurması olarak belirtilebilir. Örneğin; bir Müslüman alçakgönüllü ve kanaatkâr olmalıdır”, “Büyük bir servet dünyasaldır”, “Allah tarafından kendisine mal verilip de, hak yolunda harcayan kimseye hased olunmaz” .... denmektedir.
Toplumsal etkenler ise; Anadolu köylüsünün çeşitli istilalarla, servetini kaptırmasıdır. Bu da; servet edinme isteğini engellemiştir. Anadolu insanı; savaşlarda, ayaklanmalarda, yağmalarla, ağır vergilerle birikmiş varlığını yitirmiş ve böylece de, servet yapma deneyimlerindeki başarısızlığı görmüştür. Ayrıca; zengin olandan yoksullara, hastalara, düşkünlere yardım etmesi, yabancıları kabul etmesi ve ikramda bulunması beklenilir. Böylece; zenginlik, saygınlık ve konum sahibi olmanın ilk etmeni sayılmaktadır.
Servet sahibi olma, zenginlik gibi yüksek hırs gerektiren beklentilerin genelde Türk toplumu tarafından tercih edilmemiş olması Türk insanını büyük stres yaşamasına engel olmuştur. Stres
Türkler’in Otoriteye bağlılıkları
Türk toplumundaki otoriteye bağlılık; aile yaşamının doğurduğu ve gerektirdiği bir davranıştır. Baba otoritesinin güçlü olduğu geleneksel Türk Ailesi’nde, otoriteye de saygıyı doğurmuştur. Özellikle de köylerde, kendinden büyük herkese karşı saygı gösterilmesi de, bu durumun ifade eder. İşte bu durum; yaşamın çeşitli aşamalarında etkisini göstermektedir. Örneğin; köy ağasına, beylere saygı, kabile, aşiret reislerine saygı, eşrafa ve devlet büyüklerine saygı, üstatlara, Peygamberlere bağlılık ve saygı, aile başkanına saygının da bir devamını gösterir.
Aynı zamanda otoriteye bağlılık; disiplini benimsememize yol açmıştır. Örneğin; Türklerin tembel oldukları söylenir. Oysa ki; Almanya’ya giden Türk işçilerinin, dünyanın en çalışkan işçileri olduğunu bizzat yöneticiler ve Almanlar doğrulamaktadır. Çünkü; orada bir çalışma disiplini vardır. aynı şekilde; askerlikte de aynı disiplin anlayışına ve otoritede bağlılığa rastlanır. Türk insanı belirsizliklerden hoşlanmaz. Belirsizlik durumları Türk insanını strese sokar. Kurallara uygun ve otoriteye bağlı yaşayan insanlar belirsiz olmayan iş ortamlarında rahatlıkla hayatlarını sürdürebilirler. Bu durum insanların tükenmişliğe girmesini zorlaştırır.
Türk Toplumunun Görgü ve Ahlâk Kuralları
1. Küçük – Büyük İlişkileri
Türk toplumunda; okul öncesinde çocuk, geniş bir serbestliğe sahiptir. Aklı ermeye başlayınca da; baskı altına girer. Ve Türk Kültüründe çocuklar; büyüklerine karşı saygıya büyük önem verirler. Bu nedenle; büyükbaba ve büyükanne, torunlarından saygı görür. Torunlarda en fazla hoşgörüyü onlardan görür. Büyüklerinde; küçüklere buyrukları son derece yumuşaktır. Çocuklar; baba, anne ve diğerlerinden dayaktan kurtulmak için ailedeki yaşlılara sığınırlar. Yani; burada yaşlılar; ana-babanın sert tutumuna, çatışmalara engel olarak doyum sağlarlar.
Sonuçta; Türk Toplumunda küçük-büyük ilişkileri karşılıklı sevgi ve saygıya dayanır. Bireylerin iş algıları ve yaşaya bilecekleri tükenmişlik; çözülememiş çocukluk problemleriyle ilgilidir. Birey çocukluğunda yaşadığı “duygusal yaralanmaları” iyileştirecek şekilde çalışmak ister. Fakirlik çekmişse zenginlik ister. Baskı görmüşse bağımsızlık ister. Başarısızlıklarını başarıya çevirmek ister
Türklerde özellikle dinin biçimlendirdiği bir davranışta; yardımlaşma ve dayanışmadır. Gerek varlıklı, gerekse orta halli kimse ve ailelerin hayır için çeşitli biçimlerde yardımda bulunduklarını görürüz. Örneğin; Sadaka vermek, kurban bayramlarında et dağıtmak, bayramlarda çocuk giydirmek, yoksul çocukları sünnet ettirmek... gibi .
Ve bu konuyla ilgili olarak halk arasında; “ne verirsen elinde, o da gider seninle” sözü yardımseverliğin dinsel niteliğini belirtmektedir. Ayrıca Kur’an’da; “Hayır, Allah rızası için yapılır” deniyor ve “yoksulun, yetimin ve kölenin doyurulması” öngörülüyor (İnsan Suresi, 8. ayet). Mesela; caminin içleri, köy kadınlarınca hayır için temizlenir, Ramazanda; yoksul akrabaya, yoksula yiyecek yardımı yapılır. Zengin sayılanlarda; fitre ve zekatlarını yoksullara ve dullara verirler. Örneğin; Ege bölgesindeki Aydın yöresinde “Başakallık” denilen bir gelenekte, hayırseverliğin bir göstergesidir. Üretici, ürününü (incir, zeytin, hububat) aldıktan sonra, fakir fukaranın toplaması için tarla veya bahanede bir kısım ürünü bırakır. Ürünün tamamı hasat edilmez, bir kısmı yardım için veya hepsini toplama olanağı bulunamadığı zamanlarda geride bırakılır. Bunları toplayanlara da “Başakçı” denilir. Bu yörede bırakılan ürünün fazlalığı oranında da; toplumsal konum ve manevi doyum artmaktadır. Ayrıca; Türklerdeki hediye vermek geleneği de tamamen yardımlaşmaya dayanan çok yaygın bir gelenektir.
Merhamet ve acıma gibi duygusal yönlerimizde; günlük yaşamımızda çok rastladığımız bir Türk niteliğidir. Özellikle; güçsüzlere, kadınlara ve çocuklara karşı kendisini açık bir biçimde ortaya koyan bir niteliğimiz yardımlaşma duygusunu en iyi şekilde pekiştirir. Bu önemli değerler ve inançlar Türk insanının en sıkıntılı dönemlerde bile yalnız, aç, açık kalmayacağının garantisidir. Bu maddi ve manevi destek en kötü günlerde bile insanımızın yıkılmasını, tükenmesini engellemiştir.
Türk toplumundaki kanaatkârlık, alçakgönüllü olmayı da getirmiştir. Bunun dinle de ilişkisi vardır. dinde alçakgönüllü olma emredilmiştir. Alçakgönüllülükle ilgili yapıtlara baktığımızda; Kutad-gu Bilig’de önemli yargılara rastlarız. Örneğin; “İnsan zenginleşirse aşağılık olur, alçakgönüllülük ancak fakirlik ile mümkündür”, “Çıplak doğmuş olan insan, çıplak gidecektir. Dünya malını toplamak neye yarar, tekrar bırakılacak olduktan sonra”... gibi.
Türklerin konukseverlik özelliği eskiden olduğu gibi, şimdi de devam etmektedir. Bu; hem köy, hem de kent ailesi bakımından söz konusudur. Örneğin; kent ailesi bakımından anlatılan şu fıkra, Türklerin konukseverliğini en iyi, şekilde anlatmaktadır. “Yolda giderken birisi, bir komşusuna rastlar ve: -Nerelerdesin, hiç görünmüyorsun, gelmiyorsun, özlettin kendini... der. Dostu da: - Gelirim ama üç koşulum var, bunları kabul edersen daha sık gelirim der ve ardından koşullarını söyler. 1. Oturduğum yeri bana zindan ettirmezsen, 2. Yediğimi zehir ettirmezsen, 3. Sevdiğini bana sevdirmezsen. Birincisi; konuğu daha rahat oturtmak için ev halkının onun yerini durmadan değiştirtmesi ve konuğun da yer değiştirmeye boyun eğmesi. İkincisi; yemekte şunu da yiyin, bunu da yiyin, biraz daha alın diyerek sürekli ısrar edilmesi. Üçüncüsü ise; konuğu oyalamak için onun ilgilenmediği şeylerin, kendisine zorla gösterilmesi, ilgilenmesinin beklenmesini ifade eder. Örneğin; ailede damadın veya uzak akrabaların fotoğraflarının gösterilmesi, onun beğendiği şeylerin uzun uzun anlatılması gibi... yani kişi bu yoğun ikram karşısında misafirliğe gittiğine pişman olur. Özellikle de; boş zamanlarda ziyaretlerin, sohbetlerin öneminin fazla oluşu, Türklerde konukseverlik değerinin yüksekliğini gösterir ve gerek bu ziyaretler sırasında, gerekse çeşitli sohbetlerinde halkımız, genellikle olayları değerlendirirken sık sık atasözlerine başvurur, düşüncesini bir takım belirli fıkralarla açıklayarak ortaya koyar. Çünkü; hala daha toplumumuzda sözlü kültürün önemi çoktur. Göçebelerde konukseverlik de çok güçlüdür. Örneğin erkeklere ve konuklara yemek için ayrı sofralar kurulur. Ayrıca hediye vermek geleneği de konukseverlik tutumunu güçlendirmektedir.
Zaman içinde; Türk toplumunda; konuk ağırlamak, başlı başına bir değer halini almıştır. Konuğa, toplumun her kesiminde geniş ölçüde ikramda bulunulur. Konuk olmasa bile; herhangi bir yerde ve toplulukta bir Türk’ün yanındakilere, kendisi içmeden önce sigara ikramı da konukseverliğin bir ifadesidir. Eskiden ise camilerde bile misafirhane vardı. Avrupa’dan, Türk camilerini gezmeye gelen gezginler, yerli halk gibi parasız olarak orada yatırılmakta ve ağırlanmaktadır.
Konukseverlik geleneğimiz, aynı zamanda; dinsel bir temele de dayanır. Ağırlamayla ilgili “Allah’a ve ahiret gününe inanmış olan kimse, konuğuna ikram etsin... “ gibi güzel Hadislerimiz yer alır. Yine bir Hadis’de Peygamberimiz; “Allah’a, kıyamet gününe iman eden kimse, konuğuna ikramda bulunsun. Bir kimse Allah’a ve kıyamet gününe iman ediyorsa, konuğuna caizesini versin” buyurmaktadır.
Konukseverlik toplumsal kaynaşmanın, birlik beraberliğin harcıdır. Konukseverlik insanlar arasında sevgi, kardeşlik, birliktelik tohumlarını eker. Toplu biz olmak, küresel köy haline gelmiş fakat yalnızlaşmış bireye sen yalnız değilsin mesajı vererek katkı sağlamaktadır.
Kılık – kıyafet bir kültürün farklılık şuurunun en belirgin ve sert tezahür noktalarından biridir. Uzun bir geleneğe dayanır ve ilk anda görünen kavranabilen bir olgudur. Toplumun iman ölçüleri içinde; gelişerek biçimlenir, anlamlar kazanır. Bu yüzden, farklılık şuuru olarak ortaya çıkan kılık-kıyafet, her canlı kültürde vardır. örneğin; Türk toplumunda kılık-kıyafet çok zengin ve ihtişamlı bir kültür alanıdır. Ve başka hiçbir kültür kıyafet alanında bu kadar zengin değildir.
Kılık kıyafet konusunda Türk gençleri zaman zaman sıkıntılar yaşamaktadır. Gençler küreselleşmenin getirdiği etkilerle kendilerine özel kıyafetler giymek istemektedirler. Fakat geleneksel Türk ailesi bu konuda sıkıntılar yaratmaktadır. Üniversite gençliğiyle yapılan sohbetlerde en fazla şikâyet edilen konulardan birisi kılık ve kıyafet konusu olmaktadır. Bu baskılar ve sıkıntılar gençlerin ruhsal bunalımlara girmelerine sebep olmaktadır.
Sonuç
Bir toplumun tarihsel süreç içinde ürettiği ve kuşaktan kuşağa aktardığı her türlü maddi ve manevi özelliklerin bütününe kültür denir. Kültür, bir toplumun kimliğini oluşturur, onu diğer toplumlardan farklı kılar. Kültür, toplumun yaşayış ve düşünüş tarzıdır. İnsanların toplumları, ülkeleri birbirinden farklı da olsa biyolojik olarak birbirlerine benzerler, ama inanç, düşünce, tutum ve olayları algılayış tarzı bakımından farklıdırlar. Birey, içine doğduğu kültürel ortamın özellikleri ana-babasından, yakınlarından, arkadaşlarından, okuldan, sokaktan ve iş ortamından öğrenir.
Anadolu Türk kültüründe de hiç şüphesiz tarihi serüven içinde değişmeler meydana gelmiştir. Ama yine de genel itibariyle topluma kimlik kazandıran özelliklerini korumayı başarmış nadir kültürlerdendir. Kültürün işlevleri vardır. Birey davranışlarını yönlendirerek toplumsal düzeni sağlar. Topluma kimlik kazandırır. Toplumu diğer toplumlardan farklı kılar. Toplumsal dayanışma ve birlik duygusu verir. “Biz bilinci ”gibi. Toplumsal kişiliğin oluşmasını sağlar. Kültür insan eseridir. İnsanlar hem kültürü oluştururlar hem de kültürden etkilenirler. Kültür durağan değildir. Zaman içinde değişebilir. Kültürler vardır insanları çıkmazdan kurtarır mutluluğa eriştirir. Kültürler vardır ona bağlı bireylerini girdabın içinde boğar.
Bu çalışmada anlaşılmıştır ki; genel itibariyle Anadolu Türk kültürü negatif yanlarından çok pozitif destekleriyle Türk insanına sevgiyi, yardımlaşmayı, sabrı alçak gönüllülüğü aşılayarak tükenmişliğin derin kuyusuna düşmesine engel teşkil etmektedir.
Kaynakça:
Türk. Mehmet Sezai, Bostan. Bülent, Özerbaş Somuncuoğlu, Demet (2011), Türk Kültürü Tükenmişlik İlişkisi. 9. Uluslararası Türk Dünyası Sosyal Bilimler Kongresi Bakü.