İNOVASYON VE GİRİŞİMCİLİK EKOSİSTEMİ TEKNOPARK VE KULUÇKA MERKEZLERİNDEN FAYDA SAĞLIYOR MU?

Başlıktaki soru cevap vermesi kolay olan bir soru değil. Kısa cevap olarak, beklendiği kadar fayda sağlamıyor.

Teknopark ve kuluçka merkezlerinde çalışan, yöneten, kuran arkadaşlarım hemen kızmasınlar. Yaklaşık 11 yıldır hem kuluçka merkezi yönetmiş hem hızlandırma programları kurgulamış hem de Türkiye’deki hemen hemen bütün teknoparkları bir şekilde ziyaret etmiş ya da ilişkisi olmuş biri olarak ilerleme sağlamak için görüşlerimi aktarmak istiyorum. Önce çok kısaca dediğim arayüzler çok kısaca ne işe yarıyor ona bakalım:

Hızlandırıcılar: Fikir aşamasındaki girişimcilerin adı üzerinde “hızlanarak” prototip aşamasına geçmesini sağlayacak, gerekli eğitim, network ve fon kaynaklarına erişimini sağlayan arayüzlerdir.

Kuluçka merkezleri: Erken aşama olan girişimlerin, ilk etapta kolay şirketleşmesini, ilk müşterilerini bulmasını ve kendi kaynakları ile büyüyecek duruma gelmesini sağlayan ara yüzlerdir.

Teknoparklar: Yeni teknolojiler ile şirket kuran girişimlerin, devletin sağladığı vergi avantajlarından faydalandığı, fiziksel alanı ücretsiz ya da çok düşük maliyetlerle edinebildiği ve kümeleşme ile belirli teknolojilere ve müşterilere ulaşabildiği arayüzlerdir.

Girişimcilik ile ilgili çalışmaya başladığım günden beri bu 3 arayüz amaç olarak birbiri ile sürekli iç içe girmiş durumda ilerledi. Herkes kendine göre bir hızlandırıcı, kuluçka merkezi ve teknopark tanımı yaptı. Bölgeden bölgeye, sektörden sektöre farklı uygulamalar gerçekleşti. Buraya kadar bir problem yok. Hatta bu iç içe olma durumu belki birçok durumda işleri çok daha kolaylaştırdı diyebiliriz.

Bu 3 arayüzün temel hedefi doğal olarak başarılı, vergisini ödeyen ve ekonomiye yüksek katma değer üreten şirketlerin ortaya çıkmasıydı. Peki bunun yerine neler oldu?

  1. Hızlandırıcılar, devlet desteklerini(hibelerini) almak için proje olarak yazılan ve içinde sadece eğitimler olan, devamlılığı olmayan, hedeflerine ulaşamayan birer hayalet markaya döndüler.
  2. Kuluçka merkezleri, “Bizim de kuluçka merkezimiz var” denilen, sadece fiziksel alandan ibaret olan, bolca PR malzemesi olarak kullanılan, etkileşimin düşük olduğu, soğuk birer ofis alanı haline geldiler.
  3. Teknoparklar, büyük şirketlerin tamamı veya bir kısmının daha az vergi ödemek ve diğer desteklerden faydalanmak için kurgulandığı birer böbürlenme aracına döndüler.

Bütün bunların sonucunda çözüm ne oldu? Devlet birçok arayüz programından maddi desteğini keserek çok daha sert kurallar ve filtreler ile yeni gayri maddi destek mekanizmaları kurdu. Maddi destekleri çok daha sert şartlara bağladı.

Kuluçka merkezleri devlet desteği olan fonlara ulaşamayınca ölü birer yatırıma döndü.

Hızlandırıcı kavramı artık kimse fikir aşamasında bir şey görmek istemediği için nerdeyse tamamı ile ortadan kayboldu.

Peki ekosistem oyuncuları bu boşluğu, üretmek, yatırım yapmak, ilerletmek yerine ne yaptı?

Daha fazla yarışma, daha fazla online program ve daha bolca mentor ve yatırımcıların olduğu networking seansları düzenledi.

Gerçekten başarılı olan girişimlerin çoğu bu arayüzlerde yer aldı mı? Belki ama önemli bir kısmı, yatırım turlarını tamamladıktan sonra yurt dışına gitti ve global de şansını aramaya başladı.

TÜBİTAK girişimcilik endeksine girmek isteyen ve PR’ını yapmak isteyen birçok üniversite sadece 5 amaç üzerine odaklanarak göstermelik ve bütçesiz işler yapmaya devam etti. Bu yüzden TÜBİTAK kendi korumak adına göstergelerde değişikliklere gitti. Daha sonuca dayalı göstergeleri dikkate almaya başladı.

Günün sonunda devletin milyarlarca TL’si yıllarca boş yere sadece vergi desteği ve hibe almak için olan ve devamı olmayan bir sarmalda harcanmış oldu.

Kısaca neler yapılabilir?

  1. Üniversiteler, STK’lar ve Kurumlar, eğer işe yarayan bir kuluçka programı istiyorsa mutlaka ellerini ceplerine atmalı ve buna bütçe ayırmalı.
  2. Küçük yatırımcılar girişimlerin değerini ve potansiyelini bilmiyor ve güvenmiyor. Özellikle bu kesimi hedef kitle alan programlar oluşturulmalı. Bu yatırımcıların payları tek bir şirket altında toplanarak sermaye tahtasında daha az yatırımcı gözükebilir. Böylece girişimlere de zarar gelmez.
  3. Bilimsel çalışmalar yapan akademisyen ve öğrenciler ile bu bilimsel çalışmaları iş modeli haline getirebilecek olan iki tarafı da iyi bilen kişiler gönüllü olarak değil, zamanlarının karşılığını alarak araştırma yapmalı. Bu araştırmalar fonlanmalı.
  4. Süreli sözü edilen, ancak işi boş bir kavram olan “üniversite-sanayi işbirliği” kavramı yerine, şirketlerin problemlerine özel olarak dayalı programlar oluşturulmalı. Her yerden fikirler alıp “duyan gelmiş” yaklaşımı yerine doğru projeler doğru problemlerle ya da doğru problemler doğru takımlarla buluşturulmalı. Bu süreçte mutlaka fonlanmalı.
  5. Devlet kurumlarının bugüne kadar maddi desteklerinin çok verimli kullanılmadığı belli oldu. Devlet maddi destekten çok hukuki kısıtlamaları gözden geçirmeli ve değişen dünya koşullarına göre ortaya çıkan girişimleri gerekli düzenlemeler ile desteklemeli.