LİBYA’NIN ATATÜRK’Ü RAMAZAN ES-SUWEYHLİ

LİBYA NOTLARI-1

Sabah yedi sularında Afrika havayollarına ait uçağımız Mısrata Hava Limanına inişe geçti. Pencereden baktığımda Akdeniz, gökyüzünün mavisiyle buluşmuş gibiydi. Güneş bulutlar olmadan tüm parlaklığıyla kendini gösteriyordu. Sonra altta kahverengi bir alan oluşmaya başladı. “Çöl görünüyor” dedim yanımdaki öğretim üyesi arkadaşıma. Uçak yavaş yavaş alçalmaya başladığında Mısrata şehri kendini göstermeye başladı, fakat gördüğümüz kahverengi çöl değil onun tozuydu. Son yıllarda Türkiye olarak Balkanlardan gelen soğuklar gibi Libya’dan gelen çöl tozuna kulaklarımız aşina olmuştu. Toz bulutu şehre bir gizem katıyor. Tıpkı tarihin tozlu raflarında uzun yıllar unutulmuş kitapların yeni keşfedilmesi gibi…

Afrika kıtasına ve Libya’ya ilk yolculuğumdu. Gitmeden biraz okuma yapmıştım ama bildiğim şeyler herkesin bildiklerinden daha fazla değildi. Yükümüz ağırdı; kamera çantası, tripotlar, ışıklar, bataryalar… Konur Hoca da sürekli “Hocam beş çantamız var, sayıyı aklımızdan çıkarmayalım” diyordu... Libya ve Mısrata’ya tanıtım belgeseli çekmek için gelmiştik. Libya’daki Köroğlu Türklerini ülkemizde daha iyi tanıtabilmek için bir çalışma yapmıştık ve sıra şimdi çekimlerdeydi. Aslına bakarsanız yaptığımız okumaların dışında çok farklı şeyler yaşayacağımızı düşünmüyorduk. Havaalanında bizi proje sorumlusu Ömer Kayır beyler karşıladı, sıkıntısızca otelimize gittik. Yol boyunca yatay mimarinin baskın olduğu bir şehirle karşılaştık. Arabalar çok lüks olsa da yolların bozukluğu, çevrenin düzensizliği, kurşunlanmış bina dış yüzeyleri ve toz en belirgin görüntülerdi.

Cuma günü gelmiştik Mısrata’ya ve Cuma namazını Mahjub Camisi’nde eda ettik. Hutbede hocanın “Hoş geldiniz Türk dostlarımız” demesi Türkiye’ye verilen değerin göstergesiydi. Aynı gün hemen çekimlere başladık. Geldiğimizden beri bir isim sürekli olarak bir ismi duyuyorduk: “Ömer Muhtar’da mücahitti ama Ramazan es-Suweyhli başka!”, “Atatürk Türkiye için neyse, Ramazan es-Suweyhli’de Libya ve özellikle Mısrata için odur.” Merak ettim; kim bu Ramazan es-Suweyhli? Fakat internette Türkçe bir bilgi bulamadım. Sanki Türkçe aramalarda hiç yoktu. Libya ile ilgili çok isim vardı ama Suweyhli ismi yoktu. İngilizce olarak arattım çoğunlukla sosyal medya paylaşımları vardı ve güvenilir bilgi olarak alamazdım onları. Mısrata’da neredeyse her evde Onun resimleri vardı ve her konuşmada Köroğlu Türkleri Ramazan es-Suweyhli’den bahsediyordu. Bizim direk konumuz değildi ama uçaktan Mısrata’ya baktığımda söylediğim sözün boşuna olmadığı ortaya çıkıyordu: Tarihin tozlu raflarında unutulmaya yüz tutmuş fakat unutulmaması gerekli bilgilerin olduğu kitabın tozunu silkme zamanı gelmişti. En azından bizim için, en azından Türk Milleti için…

Asıl konuya geçmeden önce bu satırları üzülerek yazmak zorundayım. Aslında Ramazan es-Suweyhli ilgili bilgi sadece İslam Ansiklopedisi’nde “Senusi, Ahmed Şerif” başlığı altında geçiyor. Ramazan Bey sülale ismi ile anılmış bu satırlarda yani Ramazan eş-Şitâvî. Şitâvî, Ramazan es-Suweyhli beyin ait olduğu Yedder aşiretindeki sülale ismi. Yazar, ismini anmış ama Ramazan Bey’in savaşın kazanılmasındaki en büyük stratejisi ve harp hilesini anlamamış. Hatta sonra ki tüm yazışmalarda Ramazan Bey’in Ahmet Şerif ile birlikte hareket ettiği yazıldığı halde bunu görmezden gelmiş. Bizim en önemli kaynak kitaplarımızdan birinde, İslam Ansiklopedisi’nde bu büyük Türk, Köroğlu Türklerinin büyük kahramanı “hain olarak” kayıtlara girmiş. Umulur ki bu hata Diyanet Vakfı tarafından düzeltilir. İşte Ansiklopedi’de yer verilen satırlar:

“Senûsî direnişi bütün ülkede başarıyla devam ederken İtalyanlar Ahmed Şerîf’e muhalif kabile reisi Ramazan eş-Şitâvî’ye para vererek direnişi kırmaya çalıştılar. Sirt istikametinde ilerlemeye çalışan İtalyanlar 29 Nisan 1915’te ağır bir yenilgiye uğratıldı. Ahmed Şerîf bu zaferle Sirenayka’nın iç kısımlarıyla Trablusgarp bölgesini denetimi altına aldı.”


 

Ramazan bin Al-Shteiwi bin Ahmed Al-Suwaihli (Türkçe ifadesiyle Ramazan es-Suweyhli), Misurata'da Zawyet Al-Mahjoub'da (Zavyetul- Mahcub’ta) doğdu. Mısrata Küttabe’de eğitim aldı ve Kuran-ı Kerimi öğrendi. 32 yaşında iken, 5 Ekim 1911’de İtalyanların Trablus’a saldırısında Ahmed El-Menguş liderliğinde mücahitlere katıldı. Ahmed El-Menguş, el-Hani savaşında bir ciddi yara aldı ve şehit oldu. Onun ardından Ramazan es-Suweyhli Misrata mücahitlerinin lideri oldu. 7 Temmuz 1912 İtalyanların Misrata’yı ele geçirdiği savaşta Ramazan es-Suweyhli İtalyanlara karşı savaşta ön saflarda savaştı ve midesinden yaralandı. 18 Ekim 1912 yılında Osmanlı’nın Balkan Savaşı sebebiyle İtalyanlarla yaptığı Uşi Barış antlaşmasının ardından Ramazan es-Suweyhli Misrata’ya geri döndü ve tedavisi evinde gerçekleşti.

Ramazan es-Suweyhli çevresinde ve yönettiği mücahitler arasında; strateji dehası, zekâsı ve savaş meydanlarında hep ön saflarda yer almasından kaynaklı cesareti ile tanınıyordu. Bu zekâ ve cesareti tüm Misrata ve Libya direnişine katılan mücahitlerin vatanlarını ölümüne savunmalarının ilham kaynağı oldu (Al-Sallabi, s. 113,117) Sert bakışlı, sözünden ve gittiği yoldan asla dönmeyen bir kişiydi. Adeta yırtıcı bir kuştan farkı yoktu. Savaşta mücahitler ve halkı kayıtsız ve şartsız kendisine bağlıydı. Kendisi de bu itimada karşı liyakatini göstermek için onlara hiçbir fenalığın yapılmasına müsaade etmezdi. Uzun boylu, ince, biraz sarışın, çok vakur bir adamdı. Duruşunda, bakışında ve sözünde sertlik vardı. Suweyhli’nin takip ettiği bir politika vardı. “Bugünün siyaseti, siyaseti terk etmektir” derdi. Bunu dilinden hiç düşürmezdi. “Bugün herkes dört elle sarılmalı, düşmanlara karşı harp etmeli, başka hiçbir şey düşünmemeli, düşündüğü görülen her kafanın, hiçbir sözüne bakılmamalı, derhal koparılmalı” derdi. Ve bu sözlerine çok sadıktı (Tetik, 2018, s. 52).

Birinci Dünya Savaşı’nın başlamasıyla birlikte Osmanlı Devleti, bölgeye askeri personel ve kurmay ekip göndermiş, Osmanlı-İtalya savaşından sonra da mücadeleyi sürdüren yerel kuvvetler ile irtibatını tekrar kuvvetlendirmişti. İstanbul’dan gönderilen ve Trablus’taki Halife temsilcisi Şemsettin Paşa tarafından şehir halkına dağıtılan ve cami duvarlarına yapıştırılan “Cihad-Kutsal Savaş Çağrısı”, İtalyanlarca toplattırılıyordu; fakat işgalci güçlerin bu çabaları, Trablusgarplıları, kurtuluş mücadelelerinde “İslam Birliği” etrafında toplanmaktan alıkoymuyordu. Şubat 1915’ten itibaren, Osmanlı ve Almanya desteğini alarak ve Türk Kurmay Subayların yönetimi altındaki mücahit gruplar İtalyan kuvvetlerini ülkenin iç kısımlarından kıyı şeridine çekilmek zorunda bıraktı. Cibadiye, Karye-i Şarkiye, Mizda, Yefrin, Kardabiye ve Boyrat harekât ve muhabereleri, kendi koşulları içinde oldukça önem kazandı. Bu harekât ve muharebeleri Orgeneral Abdurrahman Nafiz krokilerle birlikte notlarında tafsilatlı anlatıyor (T.C. Genel Kurmay Askeri Tarih ve Stratejik Etüt Başkanlığı, 1978, s. 631,632).

Halifenin Cihad ilanına kayıtsız kalması asla düşünülemeyecek olan Ramazan es-Suweyhli’de 1914 yılında Osmanlı askerleriyle birlikte mücadele etmek için etrafındaki mücahit birlikleriyle harekete geçti. Ancak bir sorun vardı. Ramazan es-Suweyhli ve etrafındaki mücahitler Misrata’yı işgal eden ve burada yoğun bir kuvvet bulunduran İtalyan Albay Miyani’nin sıkı gözetimindeydiler. Osmanlı Devleti, 1912’de Mısrata’dan çekilmişti fakat Trablusgarp’a ilgi ve irtibatını hiçbir zaman tam anlamıyla kesmemişti. Bütün imkansızlıklara rağmen gönderdiği subaylarla Senusi kuvvetlerini destekledi. Onlara askeri eğitimler verdi. Libya’nı kurtuluş hareketine katılımlarını sağladı.


Senusiler, İtalyanları Fizan’dan çıkardıktan sonra da mücadeleyi bırakmadılar. Seyyid Ahmed Es-Senusi’nin kardeşi Safieddin, Türk subaylarının komuta ettiği Bingazili mücahitlerle doğudan batıya yöneldi ve Sirte ile Urfele dolaylarında halkı ayaklandırmaya çalıştı. Bunu haber alan İtalyan komutan Albay Miyani (Fizanı önce işgal ve sonra da terk etmek zorunda kalan), Senusilerin İtalyanlar aleyhine yönelen bu olumsuz faaliyetlerine bir son vermek ve Fizan mağlubiyetini telafi etmek için Mısrata’da topladığı İtalyan ve yerli kuvvetlerle, 1915 Nisan’ında Sirte’ye hareket etti (T.C. Genel Kurmay Askeri Tarih ve Stratejik Etüt Başkanlığı, 1978, s. 636). Albay Miyani’nin topladığı yerel güçler arasında Ramazan es-Suweyhli’nin başında bulunduğu birlikler de vardır. Ramazan Bey’in bu davranışına önce tüm Libya halkı şaşırdı. Hatta bu yüzden hain ilan edildi. Bunun bir savaş hilesi olduğu daha sonra anlaşıldı. Buna rağmen günümüzde bile bazı sözde araştırmacılar makalelerinde ve sosyal medya ortamlarında bu büyük Türk kahramanını halka yanlış tanıyor. Kasıtlı olarak onun için o kötü sıfatı kullanıyor.

Albay Miyani, Ramazan Bey’in mücahit taburuna, Tarhuneli ve Sirteli gönüllülere silah ve mühimmat tedarik ettirdi. Zira Miyani, Terhune bölgesinde kendisine taarruz eden Senusi kuvvetleri karşısında kayıplar veren ve geri çekilmek zorunda kalan Ramazan Bey’in kendisine katılarak katkı sağlayacağını ve zaferine yardımcı olacağını düşünmüştü. Ramazan Bey de İtalyan komutanın bu zaafından faydalanarak onunla birlikte Senusilere karşı savaşmak üzere Kardabiya Muharebesi’ne katıldı (Al-Sallabi, s. 113,117). Türk subaylarının da içinde bulunduğu 2000 kişilik Senusi kuvvetleri Sirte’nin güneyinde Kardabiye ve Kasr-ı Buhadi kuyuları yöresinde yerleşmiş bulunuyordu.

28 Nisan Sirte’ye ulaşan Albay Miyani iki top ve dört makineli tüfekle takviyeli dört piyade taburu, Ramazan Bey’in gönüllüleri, Tarhuneli ve Sirteli gönüllüler ile Kasr-ı Buhadi’deki Senusi kuvvetlerinin üzerine yürüdü. 29 Nisan 1915 sabahı Senusi Kuvvetleri ile İtalyan kuvvetleri temas sağlandı. Albay Miyani her ihtimale karşı Ramazan Bey ve diğer mücahit grubu liderlerini merkezde yanında tuttu. Ancak, muharebenin başlaması üzerine kanatları tutan mücahit taburları yavaş hareket ederek taarruzu geciktirdi. Albay Miyani Ramazan Bey’e birliklerinin neden taarruz etmediğini sorduğunda Ramazan Bey: “Kendi örflerinde liderin birliğin başında olması gerektiği aksi takdirde mücahit taburunun savaşmayacağını” belirti (AlSallabi, s. 113,117).

Tarhune ve Sirteli mücahidleri organize eden Ramazan es-Suweyhli birliklerinin başına geçti. Ancak Albay Miyani’nin beklediği taarruz gerçekleşmedi. Ramazan Bey’e bağlı Mısratalı ve Sirteli kuvvetler İtalyan kuvvetlerinin sağ yanını, Tarhuneli mücahidler ise merkez birliğin sol yanını ateş altına aldı. Senusilerle muharebeye başlamış olan Miyani kuvvetleri, cepheden, yanlardan ve geriden olmak üzere dört bir yandan çembere alındı. İtalyan birlikleri bir süre direndilerse de çok şiddetli ateşe fazla dayanamadı ve geri çekilmek zorunda kaldı. Top ve makineli tüfeklerini dahi mücahitlere bırakan İtalyanlar, beklemedikleri ve harp hilesi niteliğindeki bu taktik karşısında Sirte limanına kadar geri çekildiler. Bu muharebede İtalyan kuvvetleri 18 subay ve 200 erini kaybetti ve Albay Miyani başta olmak üzere 400 kişi yaralandı. Senusiler ve mücahit birliklerinden ise 90 şehit verildi, 300 kişi yaralandı. Muharebenin kazanılmasında büyük rol oynayan Mısrata Mutasarrıfı Ramazan Bey, 1916’da bölgede askeri danışman olarak bulunan Yarbay Abdurrahman Nafiz’e yaşananları uzun uzun anlattıktan sonra şunları söylüyor: “Önden Senusilerin, arkadan bizim hücumumuz İtalyanları şaşırttı. Bersaglieriler sancaklarının etrafında toplandılar; fakat çok geçmeden hepsi yere serildiler. İlk hücumumuzdan bir buçuk saat sonra idi, hiçbir tarafta bir İtalyan direnişi kalmamıştı. Muharebe meydanında insan ölüsünden geçilmiyordu. Albay Miyani, bir subayla birlikte güç bela kendisini bir binek otomobile atmış, kulağından yaralı olduğu halde, güçlükle Sirte’ye kaçarak canlarını kurtarabilmişti. Bunlardan başka 100 kadar subay ve asker Sirte’ye kaçarak canlarını kurtarabilmişti. Ganimetleri toplatmak için, ilk hücumdan iki saat sonra muharebe meydanını dolaşıyordum. İtalyanlara ait eşya ve sandıklardan sağlam kalmış bir tanesine bile rastlamadım. Meydanda kalan kamyonlar da ateşe verilmiş ve yakılmıştı. Ele geçen ve toplanabilen ganimetler 12 top, 4 makineli tüfek, çok sayıda cephane, eşya ve erzak idi. Sirte’ye canını dar atan Albay Miyani, bunun öcünü almak için, Sirte’de bulunan suçsuz halk ve ileri gelenlerden birçoğunu sebepsiz ve sorgusuz hemen kurşuna dizdirmiş ve bu suretle teselli bulmaya çalışmıştı” (T.C. Genel Kurmay Askeri Tarih ve Stratejik Etüt Başkanlığı, 1978, s. 636,637).

Öteden beri aralarında bazı anlaşmazlıklar olduğu bilinen hatta zaman zaman çatışmalar yaşayan doğulular (Senusiler) ile batılılar (Ramazan es-Suweyhli taraftarları) bu sefer birlikte ortak düşmana karşı hareket ederek Libya’da olumlu sonuca ulaşmışlardı. Bu durumun temelleri Kardabiye Muharebesi’nden sonra bir araya gelen es-Suweyhli ile Seyyid Safieddin’in görüşmeleri atılmıştı. İki liderin buluşmasında, Libya’da yaşananlara ilişkin Senusilerin görüşünü soran Ramazan Bey’e Seyyid Safieddin, “Osmanlı Hükümeti tarafından görevlendirildiğini ve Sultana hizmet ettiğini, başka bir düşünceleri olmadığını” söyledi. Köroğlu Türkü Ramazan es-Suweyhli Bey ise, “Kendisinin de Osmanlılık ve İslamlık adına savaştığını, vatanın, devletin ve milletin şeref ve namusunu kurtarmaktan başka bir şey düşünmediğini” belirtti (T.C. Genel Kurmay Askeri Tarih ve Stratejik Etüt Başkanlığı, 1978). Kardabiye Muharebesi’nde İtalyanları perişan eden doğulu ve batılılar, yani Senusi kuvvetleri ile Ramazan es-Suweyhli Bey liderliğindeki ekseriyeti Köroğlu Türklerinden oluşan birlikler bu muharebeden önce de yapılan görüşmelerde ortak düşmana karşı birlikte hareketi kararlaştırmışlardı. Her iki tarafın bu kararı, en az Kardabiye Zaferi kadar önemlidir. Çünkü, İtalyanlar, Mısrata, Tarhune ve Urfele gibi şehirleri tahkim ederek koruma altına almışlardı. Kardabiye Zaferi’den sonra birleşen mücahit gruplar organize olmuşlar ve Tarhuneli mücahitler Tarhune’ye, Teğmen Bilal ve Sökeneli Şeyh Ahmet ile birlikte Urfelle’ye ve Ramazan es-Suweyhli Bey’de birlikleri ile Mısrata yöresine hareket etmişlerdi. Tarhuneli mücahitler Garyan’da, Aziziye’de ve Boyrat’ta İtalyan birliklerine büyük kayıplar verdirerek geri çekilmelerini sağlarken çok sayıda silah, mühimmat, erzak ve harp malzemelerini de ele geçirdiler. Bu başarıların ardından Urfelle’yi kuşatan mücahitlere, İtalyan Komutanlığı’nın emri ile 600 İtalyan ve 100 kadar Eritreli paralı asker teslim olmuş ve burada da mücahitler çok sayıda silah, mühimmat, erzak ve harp malzemelerini ele geçirmişlerdi (T.C. Genel Kurmay Askeri Tarih ve Stratejik Etüt Başkanlığı, 1978).

Ramazan es-Suweyhli, Kardabiya Muharebesi’nde İtalyanlar’dan ele geçen harp silah araç ve gereçleriyle yeniden donattığı mücahitlerle Mısrata üzerine harekete geçti ve Mısrata’nın 40 km güneyindeki Tavorga’da İtalyan kuvvetlerini, düzenlediği baskınla imha etti. Ramazan-es Suweyhli Bey, İşgal kuvvetlerince oldukça sıkı tahkim edilen Mısrata’yı alabilmek için mevcut mücahitlere takviye olarak bölgeden kuvvet topladı, onları da silah ve teçhizatla donatarak Mısrata’ya yürüdü. İleri harekâta geçen Ramazan Bey, Kasr-ı Ahmet ve Mısrata arasına girerek önce Mısrata’nın denizle bağlantısını kesti ve gece baskını ile aradaki İtalyan karakollarını basarak etkisiz hale getirdi. Bunu haber alan Mısrata’daki kuvvetler, kıyıya doğru bir çıkış harekâtı gerçekleştirerek kendilerini kuşatmadan kurtarmak istedi, ancak mücahitlerin karşı saldırıları ile başarısız oldu. Bunun neticesinde çok sayıda ölü ve yaralı verilirken, sağ kurtulanlar komutanları ile birlikte teslim oldu.

Ramazan Bey’in ikinci hedef olarak seçtiği Res-ul Tube mevzilerine giriştiği taarruzda 116 şehit verildi, ancak bu bile mücahitleri yıldırmadı, azim ve iradelerini kıramadı. Bu cesurca mücadele sonucunda Ramazan es-Suweyhli Bey ve mücahitleri Kardabiya zaferinden iki ay sonra 28 Temmuz 1915’te Kasr-ı Ahmet (Liman) ile birlikte tüm Mısrata ve çevresini İtalyan işgalcilerinden temizledi. Mısrata dolaylarında geçen bu muharebelerde İtalyanların verdiği ölü sayısı 1000’i aştı. Mücahitlerin eline geçen silah, mühimmat, araç ve gereçlerin çeşidi ve sayısı bir hayli fazlaydı. Ayrıca, tüm ambarlar eşya, erzak ve hayvan yemleri ile doluydu. Büyük bir liman haline getirilmiş olan Kasr-ı Ahmet iskelesi tesisleri de olduğu gibi bırakıldı (T.C. Genel Kurmay Askeri Tarih ve Stratejik Etüt Başkanlığı, 1978).

Libya’nın batı cephesinde İtalyanlar Trablus’un sahil şeridine sıkıştırılırken, doğu cephesinde Osmanlı Devleti, Cemal Paşa’nın 4. Ordu ile Sina’dan Süveyş’e yapacağı harekât sırasında İngiliz kuvvetlerinin bir kısmını Mısır’ın batısına çekmeyi ve Kanal Harekatı’nı başarılı kılmayı planlıyordu. Aslında Süveyş harekâtı stratejik olarak çok ehemmiyetli olmakla beraber, Galiçya ve Sarıkamış Harekatı’nda olduğu gibi Avrupa’da sıkışan Almanları rahatlatmak için İngiltere’nin bölgeye asker kaydırmasını da amaçlanıyordu. Halife’nin Cihad ilanına katılan Seyyid Ahmet Şerif es-Senusi güneyde Fransızlar ve batıda İtalyanlarla mücadele ederken böyle bir harekâtı da çok tasvip etmiyordu. Bu amaca ulaşmak için Yüzbaşı Nuri (Nuri Killigil Paşa) ve Cafer Askeri çok önemli görevler ifa etti. Fakat beklenen başarı sağlanamadığı gibi Seyyid İdris Senusi amcası Seyyid Ahmet es Senusi’ye rağmen İtalyan ve İngilizlerle anlaştı ve Senusiler ikiye böldü. İngiliz ve İtalyanlardan yardım alan Seyyid İdris Es-Senusi Osmanlı idaresine de pek sempati ile bakmıyordu. Nuri Paşa’nın Cibadiye’de herhangi bir faaliyette bulunma olasılığı da kalmadı. Nihayet, Nuri Paşa Senusilerden ayrılarak Ramazan es-Suweyhli Bey’in teklifi ve daveti ile Aralık 1916’da Sirte üzerinden Mısrata’ya geçti ve yeni karargâhını burada kurdu.

Çanakkale Savaşı, Türk Ordusu’nun zaferi ile sonuçlandı. İngilizler boğazın sularına gömüldü. Bu savaşta ağır kayıplar veren İngilizler ve Fransızlar, bir sonuç vermeyen girişimlerinden vazgeçerek Aralık 1915-Ocak1916 tarihlerinde Gelibolu yarımadasını tümüyle terk etti. Osmanlı Devleti askeri alanda kazanılan bu başarıyı siyasi alanda da kullanmak istedi ve Trablusgarp’ı yeniden ilhaka çalıştı. Trablusgarp’ı İtalyan işgalinden kurtarmak isteyen Süleyman Baruni (Berberi Lider) 21 Eylül 1916’da Osmanlı Devleti tarafından Trablusgarp ve dolayları valiliğine atandı. Bu atamadan önce İstanbul Hükumeti Süleyman Baruni’yi Mısrata’ya Ramazan es-Suweyhli Bey ve Türk subayları ile görüşmek üzere göndermiş ve onların da desteğini almıştır.

Trablusgarp Valiliği’ne atanan Süleyman Baruni, 22 Eylül 1916 tarihinde kendisine verilen bir yönerge ile yola çıktı ve 13 Ekim 1916’da Bingazi’ye geldiğinde Seyyid İdris es Senusi’nin İngiliz ve İtalyanlarla anlaşması nedeniyle buraya inemedi. Baruni, 15 Ekim’de Mısrata kıyılarına ulaştı. Osmanlı Devleti’nin yeni valisi Süleyman Baruni ve yanındakiler kıyıda gösteriler ile karşılanırken, Mısrata cadde ve sokakları Osmanlı Bayraklarıyla donatıldı.

Bu zaman zarfında, İtalyan işgaline karşı direnen mücahitler bir yandan Ramazan es-Suweyhli Bey ile iş birliği yaparak Seyyid İdris Senusi birliklerine karşı koymaya çalışırlarken diğer yandan da yine Ramazan Bey’in destekleri ile Trablus cephesinde İtalyanlara karşı mücadele veriyordu. Kardabiya Muharebesi’nden sonra sağlanan birlik maalesef bu döneme kadar devam etmedi ve Tarhuneliler ile Mısrat, Urfelle, Zıliten ve Müselleta bölgelerinin kontrolünü elinde tutan Ramazan es-Suweyhli Bey’in aralarındaki savaş bir müddet daha sürdü. Bu durumdan istifade etmek isteyen Seyyid İdris es-Senusi Cibadiye’den Ramazan Bey üzerine kuvvet sevk etti ve Süleyman Baruni’nin Mısrata’ya çıkışından birkaç gün sonra 17 Ekim 1916 Sirte’yi ele geçirdi. Vali Süleyman Baruni tarafından bizzat Tarhuneliler ile Ramazan es-Suweyhli Bey arasındaki anlaşmazlık ve savaş sona erdirildi. 1 Aralık 1916’da Aziziye’de toplanan halk önünde Osmanlı Bayrağı, bayrak direğine çekildi.

Nuri Paşa ve adamları Sirte’de bulunan Seyyid Ahmet es-Senusi’nin Mısrata’ya gelmesini istedi. Paşa’nın amacı İngiliz ve İtalyanlarla anlaşan Seyyid İdris es-Senusi’yi amcası Seyyid Ahmet es-Senusi’den ayırarak yalnız bırakmaktı. Ancak, Ramazan es-Suweyhli, Tarhunelilerle mücadele ederken kendisine saldıran ve Sirte’yi alan Senusileri’nin Mısrata’ya gelmesini istemedi. Vali Süleyman Baruni de vaktiyle kendisini hapsederek kötü muamelede bulunan Senusilere karşı hiç de iyi duygular beslemiyordu. Bu nedenle Nuri Paşa amacına nail olamadı. Bu fikre olumlu bakmayan Afrika Grupları Kurmay Başkanı Yarbay Abdurrahman Nafiz (Org. A. Nafiz Gürman) son zamanlarda dayanılmaz bir hal alan bu tartışmalardan dolayı Paşa’dan affını isteyerek İstanbul’a döndü (Tetik, 2018, s. 37) Nuri Paşa buradaki görevinden ayrılmadan önce de, 19 Ekim 1917 tarihli raporunda Seyyid Ahmet es-Senusi’nin Mısrata’ya getirilmesinden bahsetmekte ve buna karşı çıkan Mısrata Mutasarrıfı Ramazan es-Suweyhli Bey’in ve Vali Süleyman Baruni’nin tutum ve davranışlarından şikayet etmektedir. Hatta, Vali Baruni’nin bir Türk Valisi ile değiştirilmesi ve bir Trablus Kumandanı gönderilmesini öne istemektedir. Ramazan es-Suweyhli Bey Nuri Paşa’nın bu amacını öğrendikten sonra kendisiyle haliyle anlaşmazlığa düştü (Tetik, 2018, s. 48,49). Ancak durum farklı gelişecek Nuri Paşa’nın bu raporu Başkomutanlıkça batıda birliği sağlamış aşiretlerin insicamını bozacağı kaygısına neden odu. Bu nedenle Nuri Paşa görevden alınarak yerine Prens Osman Fuad atandı ve Trablusgarb’a gönderildi. 17 Mayıs 1918 tarihinde Prens Osman Fuad maiyeti ile birlikte Mısrata limanına geldi. İtalyanlara karşı en başından beri Osmanlı ile birlikte mücadele eden Ramazan Bey’e son zamanlarda yöneticiler tarafından takınılan sert tutum nedeniyle ciddi bunalımlar yaşarken ve Şehzade Osman Fuad ile birlikte tekrar Trablusgarp’a dönen Kurmay Başkanı Yarbay Abdurrahman Nafiz duruma tam zamanında müdahale etmiş oldu.

30 Ekim 1918 Mondros Ateşkes Mütarekesi’nin 17. Maddesine göre “Trablusgarp ve Bingazi’de Türkiye tarafından işgal olunan bütün binalar, Mısrata da dahil olduğu halde, hasım devletlerin en yakın askeri mevkilerine teslim edilecektir” denilmiştir (T.C. Genel Kurmay Askeri Tarih ve Stratejik Etüt Başkanlığı, 1978, s. 725). Mütareke gereğince Osmanlı askerleri en yakın birliklere teslim olmak üzere planlama yapıldı.

Arap dünyasında ilk, dünyada Fransız ve Amerikan cumhuriyetlerinden sonra üçüncü cumhuriyet olan Trablus Cumhuriyeti'nin ilan edilmesinde Ramazan Bey'in önemli rolü oldu. 16 Kasım 1918'de Mısrata şehrinde Trablusgarp Cumhuriyeti ilan edildi. 1919 yılında İtalya bu devleti resmen tanıdı. Mavi bir zemin üzerinde palmiye ağacı ve beyaz bir yıldız bulunan bayrak, yeni devlet tarafından kullanılmaya başlandı. 1922 ve 1923 yılları arasında ise Trablusgarp Cumhuriyeti parçalandı.

Ramazan es-Suweyhli Bey’in 24 Ağustos 1920’de Warfalla’da şehid edildi. Cenazesi memleketi Misrata'ya teslim edilmedi. Bu nedenle bilinen bir mezarı bulunmuyor. Ramazan Bey’in arkadaşı Abd al-Nabi Balkheir'in Cezayir çölünde aynı kaderi paylaştığını belirtmekte fayda var! Ramazan es-Suweyhli El'nin, şehit edilmeden önce Sarara kabilesinin evlerinde düşman tarafından kuşatılmış haldeyken kendisine yapılan kaçırılma teklifini reddediyor: “Kaçmam, benim babam kaçmadı.” es-Suweyhli’nin silah arkadaşı El-Werfalli, Ramazan Bey’in bu ünlü ve cesur sözü, Libya tarihine bıraktığını hatırlıyor. Ramazan Bey’in öldürülmesi sadece bir kahramanın öldürülmesi değildi. Onun öldürülmesi aynı zamanda İtalyanlara karşı Cihat ruhunu söndürme çabasıdır.

16 Eylül 1920 yılında Al-Liwaa Al-Trabelsi gazetesinde yayınlanan makalede Ramazan es-Suweyhli için “Müslümanların en büyük kaybı” başlığı altında şunlar yazılıyor: “Khums Tugayının Mutasrif'i ve Ulusal Reform Partisi'nin onursal başkanı Ramazan Bey Al-Swehli Müslümanlar için kahramanların kahramanıdır. 10 Zilhicce ayı çarşamba günü katledildi. İnsanlar ayakta dururken, otururken, yemek yerken, içerken ve kalkarken konuştukları bir haber oldu. Cesaret ve cüretkarlık ağlıyor, bazıları onun için ağlıyor, bazıları onu kıskanıyor ya da düşmanlar seviniyor, çünkü gördüğünüz gibi insanlar kaprislidir ve amaçları vardır ve biz ağlamaktan başka bir şey yapamıyoruz, ağlıyoruz, samimiyetimizi ve kararlılığımızın dayanağını yitiriyoruz.” Ramazan bir insandır ve bu isim; metanet ve cesaretin timsali olduysa bu yeterlidir. Ramazan Bey vatan hizmetinde yapması gerekeni yapmış ve vatanına giden meydanı temizlemiş ve sadece Rabbine gidip ötekilerin yolunu açmıştır. Merhum, millete hizmet etmek uğruna tüm zorlukları küçümsemiş ve tüm sorunları küçümsediğini somut delillerle bize kanıtlamıştır. Bazı çağdaş liderlerin ve tarihçilerin Libya cihat hareketinde “Ramazan Bey es-Suweyhli”nin hainliği hakkındaki yazdıklarını reddediyoruz.”

General Graziani, Ramazan es-Suweyhli’yi “Libya'daki İtalyan davasının en şiddetli, geri dönüşü olmayan, en büyük düşmanı ve önde gelen rakibi” olarak nitelendirmişti. Emir Shakib Arslan ise “Ramazan büyük bir rol oynadı, İtalyanlarla uğraştı ve liderliği zordu. Düşmanlarıyla düşmanlığı aştı.” diyor. Ünlü tarihçi Al-Alamah Al-Taher Al-Zawi, es-Suweyhli için "Büyük bir lider, İtalya'nın hayallerini baltaladığı ve onları kötüyü tattırdığı için İtalya'nın ilk düşmanı olarak gördüğü Tripolitan ülkesinin liderlerinden biridir. Misurata, o dönemde ulusal hareketin lideri olan şehirdi. Ve bu unsurların en güçlüsü de Ramazan Bey Al-Swehli'nin liderliğiydi... Onun hükümdarlığı döneminde Misurata, tüm Trablus ülkesindeki savaş politikasının merkezi dengesiydi.” diyor. Tarihçi Al-Taher Al-Zawi’ye göre ise Ramazan Al-Swehli'nin ölümüyle "Trablus, en acil ihtiyacında bu başarı adamını kaybetti... Sonsuz umutlar ona bağlanmıştı... Böylece ölümünde bu umutlar yitirildi ve hayalperestlerin hayalleri gitti.” Zaima Al-Baroni, Ramazan'ın ölüm haberini duyan babası Şeyh Süleyman Al-Barouni'den alıntı yaparak "Seni kaybettik, ey kahramanların kahramanı, memleketin köşesi." demişti. Ramazan es-Suweyhli’nin şehit edilmesi en fazla General Graziani’yi memnun etmişti. Graziani, Suweyhli'nin ölümünün ardından şunları söylemiştir: "Böylece İtalya’nın sert muhaliflerinin sonu oldu ve ondan nefret edenlerin en büyüğü oldu. Ölümü bizim şansımızdı, çünkü zalim bir barbar liderin niteliklerine ve sıra dışı bir siyasi ve askeri yeterliliğe sahipti. Sonu şansımızdı. Büyük bir liderdi ve hayatta kalsaydı... Onunla yüzleşmek için yapacak çok işimiz olurdu!”

Kaynaklar

Baba, Ahmet (2021) VI. Homs Mutasarrıfı Ramazan es-Suweyhli, Yayınlanmamış araştırma notları, Tarihdaş Milletler Topluluğu Derneği Başkanı

https://islamansiklopedisi.org.tr/senusi-ahmed-serif Erişim Tarihi: 21/04/2021