LİBYANIN TÜRK DOSTU DİN ÖNDERLERİ

Libya gezisinin bana öğrettiği en önemli şey Libya’nın bizim için sadece bir kara parçası olmadığı gerçeğidir. Libya bizim Afrika kapımız, uzak koruma kalkanımız, maneviyatta buluşma noktamızdır. Bu yazıda anlatacaklarım ilgi alanı Libya olanların dışındakilerin çok da bilinmeyen konular olduğunu düşünüyorum. Bu yazımda Libya’nın manevi önderleri üzerinde duracağım.

Libya'nın başkenti Trablus'un Tacura beldesinde bulunan Murat Ağa Camii ve yıkılan türbesinin çekimleri için sabah saatlerinde Mısrata’dan yola çıkmıştık. Öncelikle yolların çok bakımsız ve bozuk olduğunu söylemeden geçemeyeceğim. Yol boyunca birçok kontrol merkezinden geçtik ve savaşın izlerini Libya halkının halen derinden hissetmekte olduğunu ve tedirginliklerinin devam ettiğini müşahede ettim. Yolculuğumuz yaklaşık 4 saat sürdü. Bu arada çekim yapacağımız yerle ilgili bilgi de vereyim. Murat Ağa Camii, Libya'nın fethine komutan olarak katılan ve daha sonra burada valilik yapan Murad Ağa tarafından 1551 yılında yaptırılmıştı. Eylül 2011 yılında Başbakan Recep Tayyip Erdoğan tarafından da bu ülkeye yapılan resmi gezi sırasında ziyaret edilmişti. Çok büyük ve ihtişamlı bir camii. Sağ olsun yerel yöneticiler yani; belediye başkanı, ticaret odası başkanı, ayan meclisi başkanı ve üyeleri tüm çekim boyunca bize eşlik ettiler. Üzücü olan şu ki; caminin yanında bulunan Murad Ağaya ait türbe maalesef Libya’daki aşırı uçlar tarafından bombayla patlatılmıştı. Belki korkudan belki de başka sebeplerden türbe yeniden tamir edilmemiş ve yerine sadece bir zincir konulmuştu. Sıradan bir ziyaretçinin türbeyi bilmesi ya da tahmin etmesi mümkün değil. Teknik aksaklıklar, röportajların tahmin ettiğimizden uzun sürmesi çok zamanımızı aldı. Akşam namazına birkaç dakika kala Zileytinde bulunan Seyyid Abdüsselâm el-Esmer Hazretleri’nin Camii ve türbesine ulaşabildik.

Akşam ezanı okunurken biz de çevreyi görüntülemeye başladık. Maalesef Murat Ağa’nın türbesine olan Abdüsselâm el-Esmer Hazretleri’nin türbesinin de başına gelmişti. Fakat bu türbede diğerinden farklı olarak yeniden inşaata başlanmıştı. Aşırı uçlar restorasyon bahanesiyle işe başlamışlar ve bir gece türbeyi havaya uçurmuşlar. Bu arada türbenin yanındaki minarelerde hasar görmüş.

Abdüsselâm el-Esmer, cami olarak nitelendirilse de aslında bir medrese. Yaklaşık 1500’ü kız öğrenci olmak üzere 3800 öğrenci burada eğitim görüyor. Erkek öğrencilerin büyük bir kısmı caminin yanında bulunan vakıfa ait yurtta kalıyorlar. Öğrenciler burada ellerindeki tahta tabletlerle ezber yapılıyor ve yatsı namazından sonra da hocalarıyla birlikte büyük salonlarında tıpkı tavaf yapar gibi yürüyerek ezberlerini pekiştiriyorlar. Bu ise olağanüstü güzellikte bir tematik şölen oluşturuyor. Ziyaret edeceklere mutlaka görmelerini tavsiye ediyorum.

Seyyid Abdüsselâm el-Esmer Hazretleri

Arûsiyye tarikatının kurucusu ve ikinci pîri Abdüsselâm el-Esmer el-Feytûrî Hazretleri, Hicri 880 Rebiülevvel ayının bir pazartesi günü (16 Temmuz 1475), Trablusgarb’ın Zileytin bölgesinde doğdu. Mensub olduğu Feytûriyye kabilesinden dolayı Feytûrî olarak biliniyor. Yaşadığı yıllar, Hafsîler, İspanyollar, yerli kabileler, Saint John şövalyeleri ve Osmanlılar’ın Trablusgarp hâkimiyeti için mücadele ettikleri, hassas ve karışık bir döneme rastlıyor (www.rifai.org).Seyyid Abdüsselâm el-Esmer hazretleri Arûsiyye tarîkatinde yetişmiş, ayrıca Şâzeliyye meşâyihinden Abdülvâhid Dukkâlî hazretle­rine intisâb etmiştir. Kendisinden sonra bütün Arûsîler, Hazret-i Abdüsselâm el-Esmer’i pîr olarak kabul ediyorlar.

Arusi dervişi ve tarih profesörü Mim Kemal Öke’yi tanımayanımız yoktur diye düşünüyorum. Öke. “Biat” isimli romanında hem Turgut Reisi ve Libya’yı hem de Abdüsselam hazretlerini anlatmıştır (www.lacivertdergi.com) . Öke bir röportajda o dönemi şu şekilde tasvir ediyor: “Türk denizcileri Kuzey Afrika'ya yöneldiğinde oradakiler iyi ki geldiniz demediler çünkü sömürgecilik vardı. Batı o topraklara gözünü dikmişti, Arap kabileleri de birbirine girmiş vaziyetteydi. Farklı çıkar grupları vardı, farklı yörelerden gelmiş, bir araya gelmesi mümkün olmayan cemaatler vardı. Bunların içinde bir kişi, yani Abdüsselam el-Esmer, "Türkler buraya hâkim olmalıdır" dedi. Turgut Reis Trablus'u üs olarak seçtiği andan itibaren ‘Ona karşı çıkmayınız ve ona biat ediniz’ dedi. Yani Turgut Reis'i ve o bölgenin gerçek bir barış coğrafyası olmasında Türklerin rolünü çok önemsiyordu. Bazı zatların hem menkıbevi hem de tarihsel bir hayatı vardır (www.lacivertdergi.com). Arûsi Tarîkat-ı Şerifi mensupları Türkleri kardeş gibi sevip, Osmanlı'ya samimiyetle bağlanmışlardır. Bu muhabbet halâ devam etmektedir. Hazret-i Pîr'in manevi işaretleriyle Hacı Mesut Çanakkale Savaşları'na iştirak etmiş, muharebelerin en karanlık devresinde savaşın kazanıldığını müjdelemiştir. Ve yine Milli Mücadele sırasında Arûsi Tarîkat-ı Şerifi mensupları, Senusiler gibi Türklerin yanında olmuşlardır (Erbil 2000:7).

Denizde sıkışanlar Hıristiyan olsun, Musevi olsun, ateist olsun, gemi kaptanları Zileytin'in önünden geçerken borularını çalarlar, Abdüsselâm el-Esmer'e selam verip öyle geçerler. Yani biz Posedion'u denizlerin Tanrısı olarak görüyoruz da Abdüsselâm el- Esmer hazretlerine baktığımızda kendi kültürümüz içerisinde bir aziz olarak, denizin korunmasını üstlenen biri olarak görmüyoruz? Biraz da bunların üzerinde durmaya çalıştık.

Seyyid Muhammed İbn Ömer Mahluf’un eseri Gavs-ı Âzam Hazreti Pir Seyyid Abdüsselâm isimli kitabında Mehmet Faik Erbil, Nûr içinde yatsın muhterem Alpaslan Türkeş’in Abdüsselâm el- Esmer ile ilgili anısından bahsetmiştir (Erbil 2000:7-8): “... Birincisi, 11 Aralık 1987'de Hz. Mevlânâ ihtifaline giderken Ankara'da otele ziyaretimize geldiğinde baş başa sohbet ederken Rahmetli Türkeş şöyle demişti: Hakkımdaki idam fermanı önceden verilmiş ve üç bacaklı sehpa kurulmuştu. Gavs-ı Âzam Hazret-i Pîr Seyyid Abdüsselâm el Esmer Sultan'ın yüzü suyu hürmetine bu belânın üzerimden ref-i def olması için Cenab-ı Allah'tan niyaz ettim. İkincisi: Haksız yere yattığım hapisten sonra çoluk çocuğumla Avrupa'ya gittim. Alman Hükümeti, yapılan fitne üzerine, hava meydanından geri dönmemi istedi. Yine Seyyid Abdüsselâm Hazretleri'nin yüzü suyu hürmetine bu belânın üzerimden ref-i def olması için Cenab-ı Allah'tan niyaz ettim. Üçüncüsü: Yine İngiltere'ye gitmek üzere iken Fransa'ya inmek zarureti hâsıl oldu. Aynı şekilde Paris'e müsaade edilmedi. Yine o mübârek yüzü suyu hürmetine bu belânın üzerimden ref-i def olması için Cenab-ı Allah'tan niyaz ettim demiş ve Esmeri hazretlerini çok sevdiğini bildirmiştir.”

Görüldüğü üzere, Seyyid Abdüsselâm el-Esmer Hazretleri ırak diyarın bizim olanıdır. Maneviyatta buluştuğumuz önderlerdendir.

Şeyh Zafir Hazretleri

Libya yolculuğumuz bir Cuma günü başlamıştı ve yine bir Cuma günü sona erecekti. Cuma namazı öncesi ve sırasında Mısrata bulunan Şeyh Zafir Hazretleri’nin camisinde çekimler yaptık ve caminin hemen yanında bulunan türbede II. Abdülhamit Han için toplu olarak dualarımızı ettik. Ömer Beyler Caminin yanında bulunan yurt ve minarenin yapılması için birkaç gün önce TİKA Afrika koordinatörü Gıyaseddin Karatepe ile görüşmüşler ve olumlu geri dönüş almışlardı. Bu durum vakıf yöneticilerine ve Şeyh Zafirin soyundan gelenlere aktarıldı. Şimdi sizlere Şeyh Zafir ve II. Abdülhamit ile olan ilişkisini aktarmak istiyorum.

Şubat 1829’da Trablusgarp’ın yaklaşık 200 km. doğusunda bulunan Mısrâte kasabasında doğdu. Dedesi Medine eşrafından Hamza Zâfir olup babası Muhammed Hasan el-Medenî, ata yurdu olan Mağrib’e giderek Fas’ta Şâzeliyye tarikatının Derkāviyye kolunun kurucusu Mulây el-Arabî ed-Derkāvî’ye intisap etti. Derkāvî’nin 1823’te vefatından sonra Medine’ye dönerken Trablusgarp’a uğradı ve gördüğü ilgi üzerine burada kaldı. Muhammed Zâfir dinî ilimleri babasından tahsil ettikten sonra Tunus ve Cezayir’e gitti. Ardından Mısır üzerinden Medine’ye geçip burada iki yıl ikamet etti. Şâzelî-Derkāvî tarikatının Medeniyye kolunun kurucusu olan babasına intisap ederek hilâfet aldı ve onun ölümünün (1847) ardından Şâzeliyye-Medeniyye tarikatı şeyhi olarak irşad faaliyetine başladı. Bu dönemde Medeniyye Trablus, Tunus, Fizan, Mısır, Suriye ve Hicaz’da yayıldı (islamansiklopedisi.org.tr/seyh-zafir).

Şeyh Zâfir’in nüfuzu 1860’lı yıllarda giderek artmaya başladı. Trablusgarp valiliği Mart 1860’ta Evkaf Nezâreti’ne başvurup kendisine müderrislik tevcih edilmesi talebinde bulundu. Temmuz 1860’ta Trablusgarp valiliğine tayin edilen Mahmud Nedim Paşa onunla dostane ilişkiler kurdu. 1870’te İstanbul’da Pertevniyal Vâlide Sultan’ın iltifatına mazhar olan kardeşi Hamza Zâfir ve Mahmud Nedim Paşa’nın tavsiyesiyle İstanbul’a davet edilen Şeyh Zâfir (Hüseyin Vassâf, I, 293) Osmanlı ileri gelenlerinin yanı sıra Şehzade Abdülhamid ile tanıştı. İstanbul’da açılan ilk Şâzelî tekkelerinden Balmumcu Tekkesi’nin bulunduğu Unkapanı civarında üç yıl kadar ikamet ettikten sonra Medine’ye döndü ve oradan Mısrâte’ye gitti. Bir rivayete göre Ağustos 1875’te tekrar sadrazam olan Mahmud Nedim Paşa’nın, diğer rivayete göre tahta çıkışının (31 Ağustos 1876) ardından II. Abdülhamid’in davetiyle ikinci defa İstanbul’a geldi. Ekim 1876’da Sadrazam Midhat Paşa onu Medine’ye göndermek istediyse de II. Abdülhamid’in himayesinde 2 Ekim 1903’te vefatına kadar İstanbul’da kaldı (https://islamansiklopedisi.org.tr/seyh-zafir). İstanbul-Beşiktaş/Yıldız'da Tekyesi/Camii (Ertuğrul Tekkesi Camii) ve Türbesi bulunan Sultan II. Abdülhamid Hân devrinin ünlü Şâzelî Şeyhi, Şeyh Muhammed Zâfir El-Medenî'nin dedeleri Şeyh Ahmed ve Şeyh Hamza'nın Libya-Misrata'daki Türbesi ve Camii/Külliyesi bulunmaktadır.

Diyanet ansiklopedisine göre II. Abdülhamid ile tanışması şöyle aktarılır: Şehzâde Abdülhamid’in Süleymaniye Camii’nde namaz kıldığı bir gün Hamza Zâfir adında bir şeyhe rastlayıp onunla dost olduğu ve kendisine intisap ettiği rivayet edilir (Osmanoğlu,1986: 25). Hüseyin Vassâf ise, Abdülhamid’in, İstanbul’a ilk gelişinde Şeyh Zâfir’e intisap ettiğini ve şeyhin Unkapanı civarında kaldığı eve gizlice gidip geldiğini kaydeder (Bektaş,2017:132).

Sultan II. Abdülhamid’in Kuzey Afrika’da bağımsızlık hareketlerine karşı uyguladığı en etkili siyaset İttihad-ı İslam (İslam birliği) olmuştur. Ancak Sultan’ın aracılar olmadan Afrika’nın devletin merkezine olan uzaklığından dolayı, bölgede kendi gücünü hissettirmesi, Halife sıfatını kullanabilmesi çok zordur. Bu sebepten, Afrika kıtasında İslamiyet’in yayılmasında ya da emperyalist güçlere karşı mücadele edilmesinde aktif rol oynayan tarikatların yeni misyonu Sultan II. Abdülhamid’in İslam Birliği fikrini bölgede yaymak olmuştur. II. Abdülhamid’in hem iç hem de dış siyasetini şekillendirdiği politikanın adına ister Panislamizm ister İttihad-ı İslam diyelim, bu politikayı uygulama usulüne dair kesin olarak bilinen noktalardan biri devletin tarikatlarla olan yakınlaşmasıdır. Halkın büyük bir kısmının bir tarikata bağlı olduğu bu dönemde tarikat şeyhleri müritleri üzerinde geniş bir otoriteye sahipti. Bu nedenle, II. Abdülhamid sosyal, siyasal ve dini bir müessese olarak gördüğü tarikatları her zaman desteklemiş ve memleketin en uzak yerlerine dahi nüfuzunu yaymak için tarikatlardan yararlanmıştır (Bektaş,2017:132).

II. Abdülhamid’in Afrika stratejisinde iki tarikat önemli yer tutar. İlki, Sultan Abdülhamid hanın da intisab1 ettiği daha çok Afrika’da yaygın olan Şazeliye, diğeri ise Halidilik’ten dönüşen Arusiye idi. Bir önceki başlıkta tanıttığımız Seyyid Abdüsselâm el-Esmer hazretleri Arusi Şeyhi idi.

Şeyh Ebü’l Hüda Efendi ve Şeyh Zâfîr Efendi Sultan II. Abdülhamid’in İslam Birliği siyasetinin önemini kavramış iki önemli şeyhtir. Sultan’ın sarayının hemen yakınında inşa ettirilen dergâhlarda oturan bu iki şeyh kendilerini Kuzey Afrika ve Arabistan’dan ziyarete gelen müritleri vasıtasıyla imparatorluğun merkezine uzak bu yerler hakkında bilgi edinmişlerdir. Şifahi ve yazılı olarak Sultana sunulan bu bilgiler sayesinde saray ile çevre bölgeler arasında iletişim ağı oluşabilmiştir.

Kuzey Afrika Bölgesindeki diğer bir tarikat olan Senûsî lideri Muhammed es Senûsî Şeyh Zâfîr ve Şeyh Ebü’l-Hüda’ya tanınan ayrıcalıkların kendisine verilmediği gerekçesiyle Osmanlı Sultanı II Abdülhamid’e karşı bir tavır sergilemiştir. Başlangıçta mesafeli bir şekilde yürütülen ilişkiler Avrupalı devletlerin ve özellikle Fransa’nın Tunus’u işgal etmesiyle birlikte zorunlu olarak yakınlaşmıştır. Tunus’un bu işgalden kurtulması için Osmanlı Padişahı ile Senûsî lideri ortak bir mücadele başlatmıştır.

Kuzey Afrika’da siyasî faaliyetlerde bulunan tarikatların kendi propagandalarını yapabilmek için resmî bir yayın organları yoktur. Resmî yayın organı olmayan bu tarikatların liderleri fikirlerini yazdıkları eserler aracılığıyla duyurmuştur. Halife Sultan Abdülhamid’e itaat etmenin ve İttihad-ı İslam düşüncesinin önemini anlatan çok sayıda risale ve kitap tarikat şeyhleri tarafından kaleme alınmıştır. Avrupa kuvvetlerinin ve özellikle Fransa’nın Afrika’da yayılmasına engel olmak için çabalayan sultan II. Abdülhamid, İttihad-ı İslam siyasetine destek olmaları için maddi yönden büyük imkanlar sağlamıştır.

Ayşe Osmanoğlu Babam Sultan Abdülhamid adlı hatırat kitabında Sultan II. Abdülhamid ile daha şehzadeliği yıllarında Süleymaniye Camii’nde namaz kıldığı bir gün Şeyh Zafir’e rastlayıp dost olduğunu ve bu vesile ile Şazeli tarikatına girdiğini aktarır (Bektaş,2017:130).

Şeyh Zafir, Sultan Abdülaziz döneminde Balmumcu Tekkesi’nin bulunduğu Unkapanı’nda üç yıl kaldıktan sonra Medine’ye ve oradan da Mısrata’ya gitmiş, II. Abdülhamid’in tahta geçtiği 1876 senesinde İstanbul’a davet edilmiş ve Abdülhamid’in sarayına yerleşmiştir. Özellikle Kuzey Afrika’da yaygın bir teşkilata sahip olan Şazeli Medeni Şeyhi Zafir Efendi, bu tarihten başlayıp ölümüne kadar Sultan II. Abdülhamid ile yakın temas içinde bulunmuş ve İslamiyet’e bağlılık ve Sultan II. Abdülhamid’in halifeliğinin İslam âleminde kabul görmesi için çalışmalar yürütmüştür (Bektaş,2017:131). Şeyh Zafir Efendi, Sultan II. Abdülhamid’in hem danışmanı hem de sırdaşı olabilecek kadar yakınında olmuştur (Bektaş,2017:132).

Şeyh Zafir, 1877-78 Osmanlı Rus Savaşı (93 Harbi) Savaşı esnasında Hindistan Müslümanlarının Osmanlı Devleti’ne yardımlarını organize ederek aradaki gayrı resmi bağlantıyı sağlamıştır (Bektaş,2000:139). Şeyh Zafir’in sağladığı bu koordinasyon sayesinde Hindistan Müslümanları yani günümüzün Pakistan’ı, para ve heyetler göndererek katkı sağlamıştır.

Abdülhamid’in Doğu Anadolu politikasına hizmet etmek için 93 Harbi sonrasında artan Ermeni ayaklanmalarını bastırmak için kurulan Hamidiye Alayları’nın bir benzeri Şeyh Zafir vasıtasıyla Kuzey Afrika’da da kurulmuştur (Bektaş,2017:142). Kuzey Afrika’da bu alayın kurulmasının sebebi bölgedeki artan Avrupalı güçlerin tehdididir. Şeyh Zafir’in desteğiyle kurulan bu alay sayesinde bölgedeki Müslüman halkın sömürge yönetimine karşı direnci artmıştır.

Sultan II. Abdülhamid’in Şazeliyye tarikatına verdiği önem bu tarikatın Kuzey Afrika’daki varlığını İttihad-ı İslam stratejisine hizmet için kullanma gayesinin ötesinde bu tarikatın gönülden bir müntesibi olmasından kaynaklandığını söyleyen görüşler de vardır. Bu görüşü savunanlara göre, Sultan’ın başka tarikatlarla kurduğu bağ halife sıfatından kaynaklanırken, Şazeliyye tarikatı ile olan bağı bu tarikatın gerçek bir müridi olmasından kaynaklanmıştır. Sultan’ın Şazeliyye tarikatı ile olan bağının iktidarına son verilmesi sonucunda esir tutulduğu Beylerbeyi Sarayı’nda dahi sürdürdüğünü ve günlük virdini devam ettirdiğini gösteren belgelerin varlığı yine de Sultan II. Abdülhamid’in Şazeli olduğunu kanıtlar nitelikte değildir.

Şeyh Zafir Efendi, kimse için padişaha, vükelaya ve devaire müracaatta bulunmamıştır. Kendisine bizzat rica eden olursa “Biz derviş bir adamız dünya işleri için erkânı devleti rahatsız etmek bize münasip değildir. Böyle şeyler elimizden gelmez. Elimizden gelen duadır, Allah muvaffak etsin” (Bektaş,2017:148) demiştir. Bu anlamda Şeyh Zafir’in Sultan tarafından kendisine verilen gücü kullanmama konusunda hassasiyet göstermiştir.

Afrika seyahatimizin bu bölümünde Libya’nın dini önderlerinden bahsettik ve şunun da altını yeniden çizmiş olduk. Libya sadece bir ülke adı değildir. Libya bizim kan bağı, can bağı, din bağı ile bağlı olduğumuz yaklaşık 450 yıl hüküm sürdüğümüz vatanın adıdır. Libya’daki Köroğlu Türkleri şöyle demektedir: “Biz, Mecnu’nun Leyla’ya aşkı gibi Türkiye’ye tutkuyla bağlıyız. Leyla bunu bilmese de…”

 

Kaynakça:

  • Bektaş Ayda (2017); Sultan II. Abdülhamid’in Kuzey Afrika Siyasetinde Tarikatların Rolü İstanbul Medeniyet Üniversitesi, Sosyal Bilimler Enstitüsü, Tarih Anabilim Dalı, Yakınçağ Tarihi Bilim Dalı, Yüksek Lisans Tezi.
  • Erbil, Mehmet Faik (2000) Gavs-ı Âzam Hazret-i Pîr Seyyid Abdüsselâm, Esere: Seyyid Muhammed İbn Ömer Mahluf, Şarih:Esseyid Mehmet Faik Erbil, İrfan Yayıncılık No: 107, İstanbul
  • https://islamansiklopedisi.org.tr/seyh-zafir Erişim tarihi: 14/05/2021
  • https://www.rifai.org/sufism/turkce/tarikatler/arusiyye/seyyid-abdusselam-el-esmer-hazretleri/ Erişim tarihi: 14/05/2021
  • https://www.lacivertdergi.com/soylesi/2020/03/16/insan-yalniz-aska-biat-etmeli Erişim tarihi: 13/05/2021

[1] Yıldız Sarayı'nın Barbaros Bulvarı üzerindeki girişine yakın, şimdiki Conrad Oteli'nin karşısında kalan ahşaptan yapılmış Ertuğrul Tekke Camii, medrese ve türbe mevkisi Şazeliye'ye Şeyh Zafir Efendi hazretlerine tahsis edilmişti Sultan Abdülhamid han tarafından. Ki Sultan Abdülhamid Han da buraya intisap etmişti.