İtalya II. Dünya savaşından yenik düştüğü için 1947’de Libya’daki bütün haklarından feragat etti. 1951’de bağımsızlığını kazanan Libya’da krallık rejimi kuruldu. Krallığa, İngilizlerle uzun süredir iş birliği yapan Senûsîlerin lideri geldi. Bağımsızlık sürecinde Libyalılar Türkiye’den destek talep etti. Libya Kurtuluş Milli Kurulu ve Libya’daki liderler tarafından, Türkiye Cumhurbaşkanlığı’na gönderilen 1949 tarihli yazılarda, Libya’nın bağımsızlığı için Türkiye’nin Birleşmiş Milletler nezdinde girişimde bulunması talep edildi. Türkiye, 1952’de Birleşik Libya Krallığı’nı resmen tanıdı ve diplomatik ilişkiler kurulmasına karar verdi. Türkiye ve Libya arasında bu tarihten sonra yakın ilişkiler tesis edildi ve birçok alanda iş birliği yapıldı.
Senûsiyye tarikatına bağlı krallar tarafından yönetilen Libya’da, 1969’a gelindiğinde her şey değişir. Libya ordusunda bir subay olan Muammer Kaddafi, Kral İdris Senûsî’yi devirerek 42 yıl sürecek Devlet Başkanlığı görevini üstlendi. Türkiye’nin 1974’te icra ettiği Kıbrıs Barış Harekatı’nda, uluslararası kamuoyunun Türkiye’ye uyguladığı ambargoya rağmen Libya, Ankara’ya siyasi, ekonomik ve manevi destek sağladı.[1] 2011 yılında Arap Baharı Libya’yı da etkiledi. Ülkede tek adam yönetimi kuran Kaddafi’ye karşı gösteriler başladı, iç savaş yaşandı. NATO’nun askeri müdahalesi ile Kaddafi hâkimiyetini kaybetti ve isyancı güçler tarafından Ekim 2011’de öldürüldü. Bunun üzerine Libya’da 18 aylığına Geçici Ulusal Konsey Hükümeti kuruldu. Hemen sonra Milli Genel Kongre Meclisi faaliyetlerine başladı. Fakat ülkeyi tek adam olarak 40 yıl yöneten Kaddafi’den sonra da Libya’daki karışıklıklar sona ermedi.
Tobruk’ta Temsilciler Meclisi ayrı bir şekilde faaliyet göstermeye başladı ve taraflar arasında çıkan anlaşmazlık neticesinde ülkede iki başlılık oluştu. Tobruk merkezli olarak General Hafter, Kaddafi’ye karşı eylemleri yürüten Zenta milisleriyle hareket ederek dış güçlerden aldığı destekle Trablus merkezli hükümete yönelik darbe yapmaya kalktı. Oluşan yeni kaotik ortamda Birleşmiş Milletler’in öncülüğünde Trablus merkezli Ulusal Mutabakat Hükümeti (UMH) kuruldu ve birçok ülke gibi Türkiye tarafından da Libya’nın meşru hükümeti olarak kabul edildi. Fakat General Hafter’i destekleyen Tobruk merkezli Temsilciler Meclisi, kendisini ülkenin meşru yönetimi kabul etmekte ve BAE, Mısır, Yunanistan, Fransa, Rusya gibi ülkeler tarafından desteklenmekteydi. Öte yandan Yunanistan ve Rum kesiminin, Doğu Akdeniz’de enerji kaynaklarını tek taraflı şekilde arama ve çıkartma faaliyetlerine girişmesi ve Türkiye’nin Deniz Yetki Alanı’ndaki haklarını gasp etmeye çalışması, Türkiye’nin Akdeniz’deki hak ve menfaatlerini büyük ölçüde tehdit etmekteydi.
Bu gelişmeler karşısında Türkiye, Doğu Akdeniz’deki hak, alaka ve menfaatlerini korumak ve kendisine yönelik Akdeniz’deki kuşatmayı engellemek için Libya’nın meşru yönetimi UMH ile 27 Kasım 2019 “Deniz Yetki Alanlarının Sınırlandırılmasına İlişkin Mutabakat Muhtırası ile Güvenlik ve Askeri İş birliği Antlaşması” imzaladı ve ilgili antlaşma Cumhurbaşkanı tarafından onaylanması ile 6 Aralık 2019’da yürürlüğe girdi. Libya’daki Ulusal Mutabakat Hükümeti, Türkiye-Libya arasında imzalanan Güvenlik ve Askeri İşbirliği Antlaşması gereği, Türk askerini yardım amaçlı olarak Libya’ya resmen davet etti. Bu davete icabet edilmesi kapsamında 2 Ocak 2020 tarihinde Türkiye Büyük Millet Meclisi’nden (TBMM) geçen tezkere ile Türkiye’nin Libya’ya asker gönderme kararı, Libya’da barış ve istikrarı temin etmek ve Türkiye’nin Kuzey Afrika ve Akdeniz’deki menfaatlerini korumak için atılmış önemli bir adım oldu. Libya’da iç savaşın başladığı dönemden itibaren İngiltere, Fransa ve İtalya başta olmak üzere birçok ülke bölgedeki petrolü ve kritik noktaları kontrol etmek için çaba harcamaktadır. Son dönemde Rusya ile Türkiye karşıtı Arap ülkeleri de Libya’daki nüfuz mücadelesine etkin siyasi ve askeri destek vermeye başlamışlardır.[2]
Bu kısa tarihi hatırlatmalardan sonra konumuza yani röportajımıza dönelim. Röportaj yaptığımız kişi Muhammed Abdülvehap El-Mustafa İbrahim. Libya Kralı İdris’in kaplıca tedavisi görmek için Türkiye’de bulunduğu 1 Eylül 1969’da düzenlenen Albay Muammer Kaddafi önderliğindeki Hür Subaylar Hareketi’nin önemli isimlerinden ve Kaddafi’nin tek adam rejimini kurduktan sonra öldürtemediği tek devrim komutanlığı konsey subayı. Darbe sonucu Libya'da monarşi sona ermiş ve yerine Libya Arap Cumhuriyeti kurulmuştu. Komutan İbrahim önemli bir isim çünkü tarihe ışık tutacak hayatta kalan tek şahit. Kaddafi’nin öldürtmek için çok uğraş verdiğini, hayatının büyük kısmını vatan ve çocuk hasretiyle geçirdiğini anlatan İbrahim, Libya’nın son elli yıllını bizimle paylaşırken aynı zamanda bilmediğimiz ya da yanlış bildiğimiz birçok konunun doğrusunu öğrenmemize de büyük katkı sağladı.
Muhammed Abdülvehap El-Mustafa İbrahim kimdir, kendinizi tanıtır mısınız?
1969 Eylül'ün de darbeyi gerçekleştiren subaylardan biriydim Bingazi'de doğdum ve 1961'de Misrata'ya geldim. 1961'de ortaokul üçüncü sınıftayken Omar El-Muhaişi ve Muammer Kaddafi ile tanıştım. 4 yıl Misrata'da ortaokul, ardından Bingazi'de Al-Obeidi Petroleum Company'de çalıştım. O zamanlar Arap milliyetçiliği ve Nasırcılık, tüm Arap dünyasındaki diğer gençler kadar bizde de etkiliydi. Osmanlı Halifeliğini deviren İngilizlerin getirdiği rejimden kurtulmak cumhuriyet sistemini kurmak ve monarşiden kurtulmak istedik. Amacımız demokratik bir cumhuriyet devleti kurmaktı ve bu nedenle bir reform ve sivil bir devlet kurma aracı olarak orduya ve harekete katıldık. Bingazi'den lise ve çocukluk arkadaşlarım olduğunu düşünerek 1969'da darbeyi gerçekleştiren bu grupta yer aldık. O zaman demokrasiye ve sivil devlete inanıyordum, şartlar ve mevcut durum nedeniyle monarşiden kurtulmanın ancak askeri darbeyle mümkün olduğu konusunda anlaştık. Askeri yönetimin ancak bir yıl süreceği ardından seçimlere ve sivil yönetime geri dönüleceğini planlıyorduk, ancak Kaddafi bunu istemedi. Buna karşı çıktım ve istifamı sundum fakat reddedildi.
1969 hareketinden sonra fark ettik ki, bu darbe despotik bir askeri yönetimle sonsuza kadar gidilmek için yapılmış bir darbedir ve tüm yetkiler tek bir kişinin elinde toplanmıştır. Devrim Komuta Konseyi'nin hiçbir üyesinin subaylarla ve bireylerle görüşmesine izin verilmezdi. Demokrasinin ve sivil devletin kurulması için onunla birlikte çalışıyorduk ama bunda başarılı olamadık. Bu, 1973'te Anayasa ve yasaların yürürlükten kaldırıldığı Zuwara konuşmasından sonra ortaya çıktı. Ve biliyoruz ki, Anayasa olursa devlet olur, halkın katılımı olur. Batı, Sykes-Picot anlaşmasına göre, Arap dünyasını devletlere ve krallıklara böldü ve kendi çıkarlarına hizmet edecek liderlerini atadılar. 1973'te anayasanın feshedilmesi kararından sonra halkın karşısında silah taşıyan bir asker olarak kalmamak için Sayın Abdul Majeed Al-Manquush ve ben onlardan ayrılmaya karar verdik. O yıllarda ben Londra'dayken bazı subaylar tutuklandı ve Avrupa'dayken bu sistemin Batı tarafından korunduğunu gördüm. Mısır'a kaçtım ve siyasi sığınma talebinde bulundum ve orada 20 yılı ev hapsinde olmak üzere 36 yıl 2 ay kaldım. Mısır'da Al-Ezher Üniversitesi Arap Dili ve Edebiyatı Bölümü'nde İslam medeniyeti tarihi konusunda uzmanlaştım ve ardından İslam Araştırmaları alanında Yüksek Lisans Diploması aldım. Buradan giderken arkamda biri dokuz ay, diğeri iki yaşında iki kızımı bıraktım. Onlar tam 14 yıl ev hapsinde kaldılar.
Eylül 1969'da Kaddafi ile darbeyi gerçekleştiren subayları bize sıralayabilir misiniz?
Bizler eğitim düzeyi lise olan bir grup subaydık. Siyasi bir geçmişimiz veya deneyimimiz yoktu. Amacımız otoriteyi cumhuriyete dönüştürmekti ve ordu bir yıl orada kalacak ve sonra sivil yönetime geçecektik. Darbeyi gerçekleştiren subayların çoğunluğu Köroğlu Türküydü. Bunlar; Omar El-Muhaişi, Ali Elşavuş, Abdul-Majid El-Manquş, Mustafa El-Manquş, Muhammed Abdul-vahap İbrahim El-Ramli, Ahmed Abu Lifa, Omar Osman Hıdır ve diğerleri gibi.
Türk Halkı Kaddafi’yi Kıbrıs Barış Harekâtı’nda Türkiye’ye destek verdiği için sever. Kaddafi’nin Türkiye’ye desteğini anlatır mısınız?
Kaddafi Türkler’den ve Türkiye’den nefret ederdi. Türkler için; “Bir odun parçası üzerinde geldiniz, o yüzden geldiğiniz yere geri dönmek zorundasınız demişti. Yani buraya ait değilsiniz, denizden gemilerle geldiniz ve tekrar gemilerle döneceksiniz. Bu görüşteki Kaddafi’nin ambargo altındaki Türkiye’ye destek gibi bir düşüncesi yoktu. Fakat Devrim Konseyi’nin üç kudretli komutanından ikisi Köroğlu’ydu. Üç Devrimci Konsey lideri; Kaddafi, Omar El-Muhaişi ve Muhammed El-Maqryif. Devrim Konseyi toplantısında, hepimizin huzurunda El-Muhaişi Kaddafi’ye “Kıbrıs konusunda Türkiye'yi desteklemezsen seni öldüreceğim.” dedi. Türk halkı bilmelidir ki, Kıbrıs için canını ortaya koyan Kaddafi değil Köroğlu Türkü El-Muhaişi’dir.
Libya kralı Cezayirliydi, onu atayan İngilizlerdi ve İtalyanlardan maaş alıyordu. Ondan kurtulmak istedik. Kaddafi, medeniyet düşmanıydı ve bedevi hayatına bağlıydı. Gerçek şu ki, Misrata halkı özgürlükçüdür ve başkalarına bağımlı değildir. Kaddafi tüm Libya halkının düşmanıdır ve özellikle Türklerle olan ilişkilerini bildiği için Köroğlulardan nefret eder.
Libya ile Türkiye arasındaki işbirliği Kaddafi'nin varlığına bağlı değildir ve Libya halkı ile Türk halkı arasındaki ilişki manevi bir ilişkiye sahiptir ve iki halk arasındaki bu ilişkiyi hiçbir şey ortadan kaldıramaz. Libya'nın Türkiye'ye desteğinde Köroğluların rolü olduğuna şüphe yok ve Kaddafi o dönem tereddütlüydü ama Köroğlu subayların ısrarını ve kararlılığını görünce buna yenik düştü.
Medyada zaman zaman Kaddafi'nin İtalyan bir baba ve Yahudi bir annenin oğlu olduğu ve İtalyan babasının annesini terk etmesinden sonra, annesinin Libyalı bir Bedevi ile evlendiği yazılıyor. Bu bilgiler doğru mu?
Bu soy meselelerinde kesin bir delilimiz yok ama halk arasında böyle bir şey var. Hatta bir televizyon kanalına verdiği röportajda Kaddafi'nin yeğeni olduğunu ve babasının İtalyan olduğunu iddia eden bir Yahudi var.[3]
Kaddafi zamanında bir İtalyan Kardinalinden bir mektup geldi ve daha sonra Irak'a kaçan Omar El-Muntasir tarafından tercüme edildi. Bu mektupta Kaddafi'ye şöyle diyor: "İtalyan Yahudi bir babadan, Yahudi bir anneden doğdun ve Müslüman bir ülkenin liderisin, dinlerini kabul etmek zorundasın’’.
Sayın Komutan, bize Omar El-Muhaişi'yi ve orada nasıl tutuklandığını ayrıntılı olarak anlatır mısınız?
Mısır'da, El-Muhaişi ve ben siyasi mültecilerdik ve sürekli buluşurduk ve El-Muhaişi her beş dakikada bir radyoya çıkıp konuşurdu. Bana radyoya konuşmamı teklif ettiler ama ben onlara dedim ki; Kendi irademle mi konuşacağım yoksa zorla mı konuşacağım? Bana kendi iradenle konuşacaksın, ben de onlara dedim ki, hayır konuşmayacağım, çünkü ülkemde ve askerlerim arasındayken sıra bendeydi ve silahlarımız vardı konuşmadım, burada da konuşmayacağım. Benim düşünceme göre, ülkem dışındaki muhalefetin hiçbir değeri yoktur ve sığındığı ülkenin kendisine dikte ettiğini uygulamak zorunda kaldığı için ağırlıksız bir alandadır. Libya dışında herhangi bir siyasi faaliyetim olmadı. Ve Mısır'da El-Muhaişi’den başka bir kişi daha vardı ve ona El-Prins deniyordu ve görevi yurtdışında rejimi korumaktı, içeride rejimi koruyan Kaddafi de öyle. Bu Prins mobil bir bankaydı ve Kaddafi'ye karşı muhalefete ödeme yapıyordu ve onunla olan ilişkim 1976'da sona erdi. Çok sayıda Libya muhalefetinin bulunduğu Ürdün'e yaptığım ziyaretlerden birinde muhalefetin kırılgan ve zayıf olduğunu fark ettim ve rejim Avrupa tarafından korunmaktaydı. Bu nedenle Avrupa’ya değil, Mısır'a yerleştim, burada Üniversiteye (El-Ezher) katıldım ve eğitimimi tamamladım. Mısır’da Omar El-Muhaişi radyoda konuşurken konuşmasını tekrar tekrar keserlerdi ve bu Omar'ı rahatsız eden şeydi. Omar, Mısır lideri Sedat'ın İsrail'i ziyaretine ve İsrail ile barış anlaşması imzalamasından memnun değildi ve çok karşıydı, bu yüzden ona tavsiyede bulundum ve misafir olduğunuzu söyledim ama Omar sakinleşmedi ve Suudi Arabistan’a gitti. Umre yapmak için orada bir süre kaldıktan sonra Kuveyt'e gitti ve bir kaç gün kaldı ve ona gitmesini söylediler. Londra'ya ve ardından Fas'a gitti. Londra'dayken onunla iletişim kurardım ve rahmetli Salah El-Suwihli benimle onun arasında bir bağlantıydı. Salah El-Suwihli, Omar'ın kız kardeşiyle evliydi. Ömer bana Fas'a gel dedi lakin ben ona, sen Londra'ya gel dedim. Fas'ta bir süre ikamet etti ve Fas Kralı ile Kaddafi arasında yapılan bir anlaşmayla Faslılar onu teslim etti. Tutuklanması sırasında Ömer'in şöyle dediği bir ses kaydı var: (Muhammed Abdul-vehap ve Abdul-Majid El-Manquş bana geldiler ve bir örgüt kurduklarını söylediler, ben de "Allah sizden razı olsun" dedim.) Omar'la olan ilişkim iyiydi ve Kaddafi subaylar arasında bir ilişki olmasını istemese de bizim ilişkimiz hiçbir zaman kesintiye uğramadı, çünkü Omar'la 1969 öncesine dayanan ve uzun süredir devam eden ilişkim sayesinde kopmadı. Ve tutuklanmasında onu sorguya çeken kişi (Abdullah Hijazi) Omar'ın çökmüş durumundan çok etkilenmiştir. Omar umreye gitmek için bir uçakta yolcuydu ama uçak onu tutuklamak için Libya'ya indi.[4]
Omar El-Muhaişi tarafından yürütülen isyan hareketinin başarısızlığından sonra 2011’de Kaddafi’yi deviren önde gelen komutanların çoğu Misratalı Köroğlular, 2011'de Kaddafi'yi deviren Köroğlular mı?
Kaddafi’yi yurtdışında korumakla görevli Libya temsilcisi El-Prins lakaplı bir kişi var. Hala hayatta. Temmuz 2011'de tanıştım ve bana Libya'ya dönmenizin yasak olduğunu söyledi. Proje, 2011 Temmuz ayında başladı ve o sırada Kaddafi hayattaydı. Bu yüzden bana liderliği teklif ettiler ve ben reddettim.[5] 1969 devriminde ordudan sorumlu olan Ömer el-Hariri de o sırada oradaydı ve her ikisi de Fercani kabilesinden olan Ömer el-Hariri ve Halife Hafter'ı Libya'ya liderlik etmelerini teklif ettiler. Fercani kabilesi Tarhuna'da tanınmış bir kabileydi. 1981'de Muhammed el-Maqrif'i o sırada başarısız olan Kurtuluş Cephesi'nin oluşumuna dâhil ettiklerinde daha önceden bir deneyimi vardı. Omar El-Hariri Libya'ya gitti ve çalışmaya devam etti. Omar El-Hariri, bu durumun kirli bir oyun olduğunu ortaya çıkardı, bu yüzden onu tasfiye ettiler ve hala oyunun farkında olmayan Hafter kaldı.
Libya'daki Köroğluların bakliyen tehlikeler nelerdir?
Tehlike sadece Köroğlular için değil, tüm Arap dünyası için. Çünkü Suriye’de, Yemen ve Libya'daki savaşlar gençleri öldürüyor ve her ölen genç arkasında dul gelinler bırakıyor. Örneğin bugün Cezayir'de nüfusu 40 milyon, evlenmeyen kızların sayısı ise 10 milyon. Kız evlilikten mahrum bırakıldı ve bu nedenle anne olmaktan mahrum bırakıldı, bu yüzden kızı evlenmeden anne olmayı yasallaştıran kanunlar bulmaya başvurdular.
Vizyon net değil çünkü karar Libya halkından kaynaklanmıyor ve Libya'daki diğer ülkelerin çıkarları nedeniyle şartlara göre değişebiliyor. Türkiye Libya'dan çıkmamalı çünkü Şubat devrimi bir proje ve Hafter ölecek ama sorunlar devam edecek. Şu anda olanlar bu projeyi hayata geçirmenin araçları. Ve hedef daha önce olduğu gibi Türkiye'yi hedef almak. Hedef Osmanlı'yı devirmekti ve şimdi de Türkiye'ye karşı planlar yapıyorlar.
[1] Muhammed Tandoğan, “Libya’da Arap Baharı’nın Kışa Dönmesi ve Türkiye’nin Diplomatik Hamleleri”, Afrika Araştırmaları Derneği, https://www.afam.org.tr/libyada-arap-baharinin-kisa-donmesi-ve-turkiyenin-diplomatik-hamleleri/, [19.06.2021 tarihinde erişildi].
[2] Demir, Enes (2020) Libya’nın (Trablusgarp) Türkiye Açısından Tarihsel ve Stratejik Önemi, Türk Dünyası Araştırmaları, Mayıs - Haziran 2020 Cilt: 125 Sayı: 246, Sayfa: 149-166
[3] Komutan İbrahim’in bahsettiği kanal-2 televizyonundaki haber şu şekildedir:
Kaddafi’nin teyzesinin oğlu olduğunu söyleyen Cuveyta Brown, İsrali Kanal-2 televizyonunda, “Büyük annemin kız kardeşinin birinci kocasından çocukları vardı. Kaddafi’nin babası bir Yahudi’ydi. Kaddafi’nin annesi olan Yahudi bir kadınla evlenmişti. Onların da Muammer Kaddafi adlı bir Yahudi çocukları dünyaya geldi” dedi. Kaddafi’nin annesinin ilk kocasının (Kaddafi’nin asıl babası) eşine iyi davranmadığını bu yüzden de kadının oğlu Kaddafi ile Muhammed Bumniyar el-Kaddafi adlı bir Müslüman Arap şeyhine kaçtığını belirten Brown, Muhammed Bumniyar’ın Kaddafi’nin babası değil, vasisi olduğunu söyledi ve “Yahudi dinine göre Kaddafi tam anlamıyla bir Yahudidir” dedi. https://www.ydh.com.tr/HD8769_israil-televizyonu--kaddafi-yahudidir.html erişim tarihi:19.06.2021
[4]Omar El-Muhaişi, Misurata şehrinden binbaşı rütbesinde Libya Devrim Komuta Konseyi üyeleri arasındaydı. 1969 devrimi sonrası, Şubat 1970'de Kaddafi başkanlığındaki ilk bakanlık bünyesinde Planlama, Ekonomi ve Sanayi Bakanı olarak atandı. Kaddafi rejimi ajanlarının Libya halkına karşı uyguladığı yolsuzluklar, Ömer el-Mahishi'yi ayağa kaldırdı. Devrim Konseyi toplantılarının birinde, Omar El-Muhaişi silahını Kaddafi'ye doğrulttu, Kaddafi'nin zulmüne bir itiraz olarak. Libya ve Libyalıları kurtarmak için El-Muhishi girişimi olarak bilinen Ağustos 1975 darbede yer alan 21 subay idam edildi. Omar El-Muhaişi "Libya Ulusal Buluşması"nı kurmak ve yönetmek için tutuklanmadan önce Tunus'a ve oradan da 1976'da Mısır'a kaçmayı başardı. Omar El-Muhaişi'nin Enver Sedat'ın İsrail ile normalleşme çizgisine karşı çıkması nedeniyle, 1980'de Fas'a gitti. 1983 yılında Libya ve Fas rejimleri arasındaki siyasi ve mali anlaşmalar sonucunda II. Hasan rejimi Omar El-Muhaişi'yi Kaddafi rejimine teslim etti. Albay Kaddafi ve yardımcısı Tümgeneral Abdul Salam Jaloud'un saldırgan ve aşağılayıcı bir resepsiyonunun ardından Saeed Rashid tarafından bir koyun gibi boynunu keserek gerçekleştirildiği gazetelere yansıdı.
[5] Mısrata, Kaddafi döneminde iktidarın üzerini çizdiği bir yerdi. Üst düzey makamlar Türklere kapalıydı. 2011’de isyan patlak verdiğinde Mısrata “direnişin kalesi,” Türkler de savaşın motoru oluverdi. https://www.al-monitor.com/tr/contents/articles/originals/2019. Erişim:18.06.2021