Bu Makale, Yusuf Manguş - Ömer KAYIR'ın katkılarıyla hazırlanmıştır...
“Ben İzzeddin Aybeg’in torunuyum. Onun kurduğu İzzeddin Aybeg Vakfı’nı ailenin büyük erkek evladı olarak ben yönetiyorum.”
Bu sözleri söyleyen Suriye’nin tanınmış şairlerinden Nizar Bin Merce.
Bu sözleri Ankara’dan gelmiş olan Avrasya Yazarlar Birliği heyetine karşı söylüyor.
Söylediği yer Suriye’nin başşehri Şam’daki Merce Meydanı.
Yıl ise, 2008. O heyette yer alan kişiler olarak bu sözleri işittiğimizde kulaklarımıza inanamadık
Şaşkınlığımızı ve içine düştüğümüz hayreti anlatamayız.
Karşımızda duran kişi dostumuz Nizar Bin Merce idi ve o Memluk Devleti’nin (Kendilerinin verdiği isimle Ed-Devlet-üt Türkiye’nin) kurucusu İzzeddin Aybeg’in torunu olduğunu söylüyordu. Yürüdüğümüz Merce Meydanı, Hicaz Tren İstasyonu ile Şam Kalesi arasındaki geniş alandı ve bir zamanlar İzzeddin Aybeg Vakfı’nın mülküydü.
İzzeddin Aybeg, Memlük Devleti’ni Miladi 1250 yılında kurmuş ve bu devlet 1517 yılında Osmanlı Sultanı Yavuz Sultan Selim Han tarafından yıkılmıştı.
O ana kadar Türkiye’de İzzeddin Aybeg’in soyunun devam ettiğini bilen bir kimsenin bile olduğunu sanmıyoruz.
İzzeddin Aybeg’in geldiği Orta-Asya topraklarında ve mensubu olduğu Kıpçak grubu içerisinde yer alan Türk toplumlarında da böyle bir bilgiye sahip bir kimse olduğunu sanmıyoruz.
“Memlük Devleti kurucusu İzzeddin Aybeg”in soyunun Şam’da hala devam ettiğini görünce gayrı ihtiyari “Lavoisier’in Maddenin Sakımı Kanunu”nu mırıldandık. “Hiçbir şey yoktan var olmaz; varken de yok olmaz.”
Şam’da rastladığımız “Memluk Devleti kurucusu İzzeddin Aybeg ailesi” Orta-Doğu ve Kuzey Afrika’da karşılaştığımız Osmanlı öncesi Türklerin temsilcilerinden ilkiydi ama asla sonuncusu değildi. Herkesin Araplaşarak ortadan kaybolduklarını zannettikleri büyük Türk aileleri varlıklarını bin yıldan daha uzun süredir bu bölgede hala devam ettirmekteydi. Bu aileler varlıklarını devam ettirmekle kalmıyor, bu ailelerin fertleri o bölgedeki devletlerde askeri, siyasi vb. alanlarda hala üst düzey görevlerde bulunmaya devam ediyorlardı.
İnternette basit bir tarama yapanlar Suriye’nin şimdiki Ulusal Güvenlik Birimi’nin başındaki kişinin isminin Ali Memluk olduğunu görebilirler. Suriye Devlet Başkanı Beşşar Esad'ın özel güvenlik danışmanı ve güvenilir adamlarından biri. Memlük aynı zamanda Baas Partisi Ulusal Güvenlik Bürosu başkanıdır
Suriye Ulusal Güvenlik Birimi Başkanı Ali Memluk
Bu ailelerin belki de en yoğun olduğu yer Mısır’dır. Daha önce Türkiye Dışişleri Bakanı ve öncesinde Türkiye’nin Kahire Büyükelçisi olarak görev yapan Yaşar Yakış, Mısır’ın nüfusunun üçte birini Türklerin oluşturduğunu söylemiştir. Mısır’da Osmanlı Devleti döneminden kalan Türk ailelerinden belki daha fazlası Osmanlı öncesi dönemden kalan Türk aileler vardır.
Osmanlı öncesindeki büyük Türk ailelerinin varlığı sadece Suriye ve Mısır’da değil Orta-Doğu ve Kuzey Afrika ülkelerinde de devam etmektedir.
Libya, Tunus ve Cezayir’de geniş bir Türk varlığı mevcut. Kendilerine Köroğlu ismini veren ve bu üç ülkede yaşayan Türkler arasında sayıları Mısır ve Suriye’dekiler kadar olmasa da Osmanlı Devleti öncesinden kalan Türk aileler mevcut.
Türklerin Orta-Doğu’ya ve Kuzey Afrika’ya gelişleri uzun asırlar boyu devam eden ve art arda gelen dalgalar gibidir. Her dalga ayrı bir Türk grubunu bu bölgeye sürüklemiş ve ayrı bir katman oluşturmuştur. Üst üste biriken Türk katmanları bölgede bugün tek varlık halindedir. Ancak hiç beklenmedik bir zamanda ve yerde karşımıza çıkan bir aile ismi veya bir hatıra bize Orta Asya’ya uzanan ayrı bir geçmişi hatırlatmaktadır. Libya’da yaşayan geniş Manguş ailesinin ismi de bunlardan bir tanesidir.
Manguş ailesinin bazı fertlerinin yakın tarihte oynadıkları roller bilinirse bu aileyi neden inceleme gereğini duyduğumuz biraz olsun anlaşılacaktır.
Türkiye günümüzde müteahhitlik sektöründe Çin’den sonra dünyada ikinci sırada. Türkiye müteahhitlik sektörünün ülke dışına açılması Libya üzerinden olmuştur. Bu gelişmenin arkasındaki isim ise Libya’da Bayındırlık Bakanlığı ve Başbakanlık yapmış olan merhum Muhammed Manguş’tur.
Libya’daki Türk menşeli Köroğlu Aşireti’nin Mukavvabe Kabilesi’ne mensup olan Muhammed Manguş, 1937 yılında Libya’da doğdu. Türkiye Devleti’nin bursuyla 1954 yılında Türkiye’ye geldi. Önce Kabataş Lisesi’ni, sonra da 1964 yılında İstanbul Teknik Üniversitesi’ni bitirdi.
Kaddafi’nin 1969 yılında ihtilal yaparak yönetimi ele geçirmesinin ardından 13 yıl Libya Bayındırlık Bakanlığı görevinde bulundu.
Libya’nın Bingazi ve Trablus dahil önemli şehirlerinin tamamının içme suyunu karşılayan “Yapay Nehir Projesi” dahil büyük projeleri hayata geçiren Muhammed Manguş 1973 yılında Türk inşaat firmalarını Libya’ya davet etti. Türk firmalarını adeta zorla Libya’ya getiren ve onlara her türlü kolaylığı sağlayan Muhammed Manguş, onlara büyük yapım işleri verdi. Daha sonra da Türk inşaat firmalarına Suudi Arabistan’ın kapılarını açtı.
Muhammed Manguş’un açtığı kapıdan dünyaya açılan Türk inşaat firmaları 40 yılda Türkiye dışında 325 milyar dolarlık iş yaptılar ve 8 binden fazla eser inşa ettiler.
Daha sonra Libya’da Başbakanlık ve Ankara’da Libya Büyükelçiliği görevlerini üstlenen Muhammed Manguş 2016 yılında İstanbul’da vefat etti.[1]
2011 yılında Libya’da Kaddafi’nin devrilmesiyle birlikte Manguş ailesinin bir ferdi daha ön plana çıktı... Yusuf Manguş
1950 yılında Libya’nın Bingazi şehrinde doğan Yusuf Manguş, Libya ordusunda Özel Kuvvetler’de görev yaptı ve 1994 yılında Albay rütbesinden emekli oldu.
Yusuf Manguş 2011 yılında Kaddafi’yi deviren güçlere katıldı. Kaddafi’nin devrilmesinde etkili oldu. Kaddafi’nin devrilmesinin ardından Libya ordusunun Genel Kurmay Başkanlığı görevine getirildi. 2 yıl bu görevde kaldıktan sonra ayrıldı.
Libya’daki Köroğlu Aşireti’nin Mukavvabe Kabilesi’nden olan Yusuf Manguş, Muhammed Manguş’un küçük erkek kardeşidir ve halen Türkiye Libya arasındaki ilişkilerde yapıcı rolüyle bilinmektedir.
Libya eski Genelkurmay Başkanı Yusuf Manguş
Halen Libya’da Birleşmiş Milletler’in tanıdığı Trablus merkezli hükümette Dışişleri Bakanı olan Leyla Manguş, Manguş ailesinin önemli bir ferdidir.
Yazan: Yusuf Manguş
Manguş ailesi, Mısrata'daki Köroğlu Aşireti’ne mensup güçlü kabilelerden biri olan el-Mukavvabe kabilesine mensuptur. Ailenin adı, MS. 1705 yılında Mısrata'da doğan ve o dönemde şehrin en büyük tüccarlarından biri olan Hac Ahmed bin Hac Ahmed el-Mukavvab’a dayanmaktadır.
El-Manguş lakabı, ilk defa MS 1790'a tekabül eden H. 1204 yılından başlayarak belgelerde görünmeye başlandı; H. 1204 yılının Cemaziyel-Evvel ayının, MS Ocak 1790'a tekabül eden tarihli bir belgede: (Hac Halil bin el-Hac Ahmed el-Manguş bin el-Hac Ahmed el-Mukavvab'ın vakfı) yazmaktadır ve unvan bundan sonra tüm soyundan gelenler tarafından bugüne kadar taşınmaya devam etti.
Manguş ailesi, Mukavvabe kabilesindeki en önemli ailelerden biridir ve yüzyıllar boyunca oğulları arasından seçkin siyasi ve askeri liderler, devlet adamları, kıdemli tüccarlar ve sosyal reformcular vardı ve ataları cömertlik ve fakirlere ve muhtaçlara karşı birçok hayırseverlik ve nezaket ve halkın arasında uzlaşma arayışı ile ünlüydü. Ayrıca, zor zamanlarda, ülkenin başına gelen çeşitli felaketlerde askeri ve siyasi direnişe liderlik etmede iyi iş çıkaran birçok liderler onlardan çıktı.
Yirminci yüzyılın başında, İtalya'nın Libya topraklarını işgal ettiği ve Osmanlı yönetiminin ve ordularının Libya'dan çekilmesinden sonra ülkede hiçbir egemen otoritenin bulunmadığı bir zamanda, büyük Mücahid Hac Ahmed Mustafa Halil el-Manguş memleketini koruma sorumluluğuyla karşı karşıya kaldı. O, mücahitleri harekete geçirdi ve donattı ve Mısrata Mücahitlerinin, Batı Libya bölgelerinin geri kalanıyla iş birliği içinde Trablusgarp'ta direnen kardeşlerine yardım etmek için yürüttüğü askeri mücadeleye öncülük etti. Ünlü El-Hani savaşının ikinci gününde adamlarının saflarında at sırtında, ölümünden önce Mısrata Mücahitlerinin liderliğinin kendisinden sonra Mücahit Ramazan el-Suveyhli'ye devredilmesini önerdi. Şehit edildiğinde onunla birlikte Manguş ailesinden yedi Mücahidin de şehit olduğu söyleniyor.
Benzer şekilde, büyük Mücahid ve seçkin siyasi ve askeri komutan Hac Ali Mustafa Halil el -Manguş, Mısır'da bir İngiliz partneri ile büyük bir ticaret yürütüyordu ve Mısır, Libya ve diğer ülkeler arasında ihracat ve ithalat işleri yapıyordu. Seyyid Ahmed el -Şerif el -Senusi, o zamanlar Osmanlı İmparatorluğu'nun talebi üzerine Mısır'daki İngiliz kuvvetlerine karşı savaşa başladığında, Hac Ali derhal İngiliz partneri ile ortaklığını sonlandırdı ve ona payını gönderdi, kendi payına düşen parayı Seyyid Ahmed el -Şerif'in mücadelesini finanse etmek için kullandı. Seyyid Ahmed Şerif Libya topraklarını terk edip hilafetin başkenti İstanbul’a gitmeye karar verene kadar onunla kaldı ve onunla savaştı ve onunla birçok savaşa girdi. Hac Ali, daha sonra Mısrata'daki ailesinin yanına döndü. Onu ünlü Gardabiye Savaşı'ndan hemen sonra Sirte Bölge Komiseri olarak atayan Mücahid Ramazan El-Suveyhli'nin önderliğinde oradaki Cihat hareketine katıldı.
Hac Ali el-Manguş, cesareti ile ve sertliği ile ünlüydü ve Mısır'daki İngiliz kuvvetlerine karşı Seyyid Ahmed el-Şerif Bey'in Osmanlı subaylarla birlikte yaptığı birçok savaşa katılarak kazandığı askeri deneyimin bir sonucu olarak liderlik sanatlarında büyük deneyim kazandı. Siyaset ve mali ve ticari işlemler sanatlarındaki deneyimine ek olarak, yabancı ortaklarla büyük ölçüde iş yapmıştır.
Cihat döneminde büyük siyasi ve askeri görevler üstlenmiş, burada Sirte bölgesi belediye başkanlığı görevini üstlenmiş, Trablusgarp Cumhuriyeti Şura Konseyi üyeliği yapmış ve İtalyanlara karşı birçok muharebeye önderlik etmiş ve yönettiği hiçbir muharebeyi kaybetmemiştir. Ayrıca ekonomik ve mali meseleleri yönetme ve cihat hareketi için gerekli kaynakları sağlama konusunda büyük bir yetenek gösterdi, Mücahit Ramazan el-Suveyhli'nin onunla ilgili ünlü bir sözü var, o şöyle diyordu: “Manguş bölünseydi, ikiye bölerdim ve yarısını Libya’nın doğusuna, yarısını da batı Libya’ya komutan tayin ederdim”.
Allah ona rahmet etsin, Mücahid Sadun Al-Suveyhli'nin şehit edilmesinden sonra Mısrata Mücahitlerinin düzenli ordusunun komutasını devralarak, Cihat hareketinin liderliğinde önemli bir rol oynamaya devam etti. İtalyan kuvvetleri Mısrata'yı işgal ettikten sonra, Mısır'a göç etmek zorunda kaldı ve ölene kadar orada yaşadı.
Ayrıca bu şerefli ailenin pek çok üyesi dinini, vatanını ve namusunu savunmak için Allah yolunda canlarını vermiştir. Bu mücadeleci ailede birçok kahraman dini, izzeti korumak için cihadın, hicretin, Allah yolunda cihadın ağır yüklerini göğüslediler.
Sömürgecinin acımasız otoritesine girmemek için evlerini, çiftliklerini, ticaretlerini ve mallarını terk etmek zorunda kaldılar ve göçün zorluklarına ve çadır evlerde yaşamanın zorluklarına katlanmayı tercih ettiler. Hâlbuki konforlu evlerde yaşamaya alışkınlardı ve şehirlerine dönme umuduyla yaklaşık bir yıl boyunca (Al-Sadada) bölgesinde kaldılar. Onların adamları savaşlara ve İtalyan kuvvetlerine karşı komando saldırılarına katıldılar.
Direnişin çöküşünden, yardımın kesilmesinden ve İtalyanların ilerlemesinden emin olduktan sonra, birçok Mısratalı aile ile birlikte Mısrata'dan uzun, meşakkatli ve riskli bir yolculuğa devam etmek zorunda kaldılar. Deve sırtlarında aileler, yaşlılar ve çocuklar eşliğinde, ciddi erzak ve su sıkıntısı çeken çorak bir çölü geçerek Mısır topraklarına doğru yola çıktılar. İtalyan sömürgecilerin ulaşamayacağı yere geldiler. Bu yolculuk yaklaşık üç yıl sürdü, acımasız sömürgecinin otoritesi altında yaşamayı reddederek birçok zorluğa ve dehşete maruz kaldılar. Mısır topraklarına vardıklarında şiddetli bir yorgunluk, bitkinlik ve tükenmişlik içindeydiler. Bu uzun ve meşakkatli yolculukta tüm birikimlerini ve mallarını tüketmek zorunda kaldılar, ancak dilencilik yapmadılar ve kimseye bağımlı olmadılar. Onlar için alışmadıkları bir ortamda ve adetlerinden ve alışkanlıklarından farklı bir yerde sıfırdan hayatlarına başladılar. Bunun üzerine erkekler kolları sıvayıp tarım ve ticaretle uğraşmaya, kadınlar da yün örmeye, aba, kemer ve kilim dokumaya başladılar. Birkaç yıl içinde, gittikleri her yerde iyi bir itibar ve iyi muameleyle çevrili olarak kendilerini ve işlerini yeniden yapmayI başardılar. İşler değişip Libya bağımsızlığını kazanınca vatanlarına dönmeye başladılar.
Haksızlığı reddetmek ve zalime boyun eğmemek bu ailenin karakteridir. Kaddafi'nin Libya'da iktidarı ele geçirmesinden ve diktatörlük ve otoriterlik belirtilerinin ortaya çıkmasından sonra, el-Manguş ailesinin iki askeri üyesinin önderliğindeki bir grup vatansever subaylar onu devirmeye çalıştı. Bunların arasında şehit Yüzbaşı Mustafa Muhammed Ali el-Manguş (savaşçı Hacı Ali el-Manguş'un torunu) ve şehit Yüzbaşı Abd el-Majid Hamad Muhammed İbrahim el-Manguş vardır. Kaddafi onları 1977'de bir grup subayla birlikte idam etti.
2011 yılı 17 Şubat devriminin patlak vermesiyle birlikte, bu ailenin oğulları safları ilerletmek için inisiyatif aldılar ve Brega bölgesindeki devrimci cephenin liderliğini Tümgeneral Yusuf Ahmed Muhammed el-Manguş devraldı. Savaş sırasında Kaddafi'nin güçleri tarafından esir alındı. Trablus'un özgürleştirilmesi üzerine devrimciler tarafından hapishaneden serbest bırakıldı. Hafter, Bingazi'yi kontrol etmek için El-Karama adlı operasyonunu gerçekleştirdiğinde, el-Manguş ailesinin oğulları bu talihsiz terörist operasyona karşı çıkanlar arasındaydı ve genç mühendis Abdullah Mahmud Abdullah Muhammed el-Manguş, savaşırken ve safların önünde dini ve onuru savunurken şehit oldu. Bingazi’de işler zalim Hafter'ın lehine dönmeye başlayınca, bu ailenin çok sayıda üyesi, aşağılanma altında yaşamaktansa mallarını, gayrimenkullerini ve ticaretlerini terk etmeyi tercih ederek yeniden göç etmek zorunda kaldı. Acımasız İtalyan sömürgecinin otoritesi altında aşağılanmayı ve zillet içinde yaşamayı reddeden atalarının Mısrata'dan doğuya Mısır'a göç etmesinden yaklaşık yüz yıl sonra, sanki tarih tekrar etti Bu defa torunlar, Bingazi'den Trablus'a ve Mısrata'ya kadar aynı süreci aynı güdülerle ama ters istikamette tekrarladılar.
Manguş ailesinin oğulları zulüm ve zalimlerle mücadelede büyük rol oynadıkları gibi, aralarında devlet adamları, şerefli büyük tüccarlar, seçkin doktorlar ve mühendisler de vardı ve hepsi nerede bulunursa bulunsunlar iyi bir itibara ve vatan sevgisine sahipler. Örneğin rahmetli mühendis Muhammed Ahmed Muhammed el-Manguş, Libya devletinde büyük sorumluluklar üstlenmiş ve geçen yüzyılın yetmişli yıllarında ülkede yaşanan büyük kentsel Rönesans’ın öncüsü olmuştur. On iki yıldan fazla bir süre Bayındırlık ve Kamu Hizmetleri Bakanı olarak görev yaptı ve ardından “İnsan Yapımı Suni Nehir Kurumu Başkanlığı”nı üstlendi. Sonra ise Libya devletinde başbakanlık görevine geldi. Sahip olduğu tüm görevler Kaddafi döneminde olmasına rağmen, sadakati yalnızca Allah'a ve ülkesine olan vatansever bir adam olduğunu herkesçe bilinmektir. Sahip olduğu büyük mevkilere rağmen, güçten ve yüksek mevkilerden etkilenmeyen, çok mütevazı bir insandı.
Manguş ailesi tarih boyunca, aşağılanmayı kabul etmeyen nezih bir aile olduğunu ispatlamıştır. Manguş ailesinin çocukları her devirde baskı ve aşağılanma altında rahat bir yaşam yerine, özgürlük ve onur içinde yaşamanın zorluğunu tercih ettiler ve etmeye devam ediyorlar. Bu gerçek, Manguş ailesinin oğullarına, bu iyi mirası korumada büyük bir sorumluluk yüklemektedir: Atalarının örneğini izleyerek en iyi selefin en iyi halefi olmak ve bu yaklaşımı sürdürmek ve bu asil ailenin itibarını korumak.
Manguş isminin nereden kaynaklandığı tam olarak bilinmemektedir. Fakat Orta Asya’da çok yaygın kullanılan bir isimdir Manguş. “Kırgız boylarından bir kısmı özellikle Fergana vadisinde yaşayanlar Mevlâna Azamın tarikatına intisap etmişlerdir. Bunlardan Ak Uul ve nesli, Boston, Teit, Çuçuk, Cookesek, Döölös, Kand, Kadıfşa, Adına, Mankuş, Karabagış, Tagay, Karauul, Munduz’u sayabiliriz.[2] Bir görüşe göre Manguş lakabı, ailenin geldiği Kıpçak bölgesinden getirdiği isimdir. “Маңкуш алп” (Manguş Alp) -Kırgızca: Yiğit Manguş “Manas destanında geçen güçlü ve yiğit bir kişinin ismi”dir Manguş. Kırgızca’da Mankuş, aynı zamanda (Mankush lat. Falcipennis falcipennis) büyük bir orman kuşu türüdür.[3]
“.....................
Кирген жерден Алмамбет
Кумдай кылып сапырды.
Чок ортого кирбестен,
Четтеп Алмаң келатат:
«Маңкуш алпка жетсем», - деп,
Беттеп Алмаң келатат.
Ачып көздү-жумганча
Андай-мындай дегиче,
Алмамбет берен жетти эле,
Маңдайы темир Маңкуштун,
Бакай кандын далына
Көмө коюп өттү эле.
Ал сыяктуу алптардын
Далайын көрүп мурунтан,
Көнгөн Бакай эмеспи.
Балбандары Маңкуштун
Көтөрүп атка салганча,
Көк жал Бакай жетти эми,
Ачболотун колго алып,
Жеткен жерден Маңкуштун
Башын чаап өттү эми.
Маңкушту Алмаң сайганда
Байкап калган Кутан алп,
Алмамбетти саймакка
Жакын калган Кутан алп........”[4]
Girdiği yerden Almambet
Kum misali savurdu
Tam sıraya girmeden
Köşeden Alman geliyor
“Devasa Mankuş’a ulaşsam” diye
Hedefe Alman geliyor
Gözleri açıp kapayıncaya
Falan-filan deyinceye kadar
Almanbet çoktan ulaşmış
Demir alınlı Mankuş’un
Bakay kanın omzuna
Gömerek çabuk geçmişti
Onun gibi devleri
Önce çok gördüğünden
Bakay alışık değil mi
Pehlivanları Mankuş’un
Kaldırıp ata koyuncaya kadar
Cesur Bakay ulaştı
Açbolot baltasın eline alarak
Ulaştığı yerde Mankuş’un
Kafasına vura geçti
Mankuş’u Alman şişlediğinde
Bunu farkeden Kutan Dev
Almambeti şişlemeye...
Manguş isminin tıpkı Orta Asya’da olduğu gibi birçok Türk Devletinin kurulduğu Kuzey Afrika’da da bilindiği bir gerçektir. Manguş ismi, Memlükler döneminde 1400’lü yıllarda Kahire’de bulunan ünlü müslüman düşünür İbn Haldun’un ve Kahireli ansiklopedist En-Nubeyr’in eserlerinde yer verdiği “Ak-Kubek Efsanesi[5]”nde geçmektedir.
Bir başka görüşe göre Hac Ahmed MS Aralık 1743 ortalarına tekabül eden Şevval 1156 AH tarihli bir belge (Hucca), Mukavvabe bölgesindeki evinin bitişiğinde bir ev satın almıştır. Sonra iki evi yıkmış ve yerlerine büyük bir ev inşa etmiş ve o evi güzel nakışlı yazılarla süslemeye çalışmıştır. Bu yüzden nakışlı evin sahibi olarak anılmaya başlanmış ve sonra ona Manguş lakabı verilmiştir.
Libya’daki 900 büyük Köroğlu ailesinin isimleri ile Mısrata’daki el yazması belgeler üzerinde bir araştırma yapılması isimlerin kökenine ışık tutacaktır.
Günümüzde Libya’da Türk nüfus, Köroğlu Aşireti bünyesinde toplanmıştır.
Köroğlu Aşireti’nin çoğunluğu Türklerden oluşmakla birlikte içinde Çerkezler ve Boşnaklar gibi unsurlar da bulunmaktadır.
Köroğlu Aşireti mensupları arasında Osmanlı Devleti döneminde (1500-1918) o bölgeye göç eden Türkler bulunduğu gibi Osmanlı’dan önceki dönemden kalan Türkler de bulunmaktadır.
Osmanlı öncesi dönemden kalan Türklerin bir kısmının Mısır’ın Osmanlı Devleti tarafından 1517 yılında tarafından zapt edilmesinden sonra Mısır’dan gelen Memlukler olduğu bilinmektedir.
Mısrata’daki Köroğlu Aşireti’ni oluşturan 15 kabilenin mensuplarından
Libya’da Köroğlu Aşireti’nin nüfusu 1 milyonun üzerindedir.
Köroğlu Aşireti Mısrata şehri merkezlidir. Ancak zaman içinde Köroğlu Aşireti bütün Libya’ya yayılmıştır. Köroğlu Aşireti bünyesinde 15 Köroğlu Kabilesi bulunmaktadır. Bunlar “Mısrata Köroğlu Kabileleri” olarak bilinirler.
Mısrata’daki 15 Köroğlu Kabilesi’nin 5’i büyük, 5’i orta ve 5’i de küçük kabilelerdir.
15 Mısrata Köroğlu Kabilesi içinde yaklaşık 120 lahmat/bölüm bulunmaktadır.
120 lahmat/bölümün altında ise 900 büyük aile vardır.
900 büyük aileye bağlı, sayıları tam olarak bilinmeyen çok sayıda alt aile yer almaktadır.
Köroğlu Aşiretleri’nde bir aşiretin temel taşı ailelerdir. Bir Köroğlu Aşireti o aşirete bağlı ailelerin toplamından oluşmaktadır. Ferdi Köroğlu diye bir şey yoktur. Fertler aileye, aileler bir ana aileye, ana aileler lahmata/parçaya lahmatlar/parçalar ise kabileye bağlıdır. Kabilelerin toplamı ise Köroğlu Aşireti’ni oluşturur.
Mukavvabe Kabilesi, Mısrata’daki 15 Köroğlu Kabilesi’nden birisidir. Mukavvabe Kabilesi’nin asıl merkezi Libya’nın batısında yer alan Mısrata şehri olmakla birlikte 1800’lü yılların başında birçok mensubu Bingazi şehrine göç etmiştir. Günümüzde Mısrata ve Bingazi’de yoğun olmakla birlikte diğer Libya şehirlerinde de yaşayan mensupları vardır.
Mukavvabe Kabilesi’nin kurucu atası “Hasan bin Muhammed bin Nasıf El-Mukavveb”dir. Nasif El-Mukavveb, iyi bir adam ve büyük bir memurdur. Onun Hanefi bir kadı/hâkim olduğu rivayet edilmektedir. O büyük bir toprak sahibiydi. Oğulları süvari birliklerinin ağaları/başçılarıydı.
Tarihsel olarak Mukavvabe, genel olarak Trablusgarp’ın ve özel olarak Mısrata’nın tarihinde, toplumsal ve siyasi açıdan büyük bir ağırlık oluşturmuş ve Osmanlı İmparatorluğu dönemi Libya’sında önemli bir rol oynamıştır.
Bu kabilenin oğulları Osmanlı Devleti'nin mali idaresinde, özellikle Kaluş ailesi ve Beytül Mal ailesi ile yüksek görevler üstlendiler.
Aralarında İtalyanlara karşı cihat savaşlarında seçkin liderler vardı ve bunların en ünlüsü, Mısrata Mücahitlerine önderlik eden ve El-Hani savaşında şehit olan büyük Mücahit Hac Ahmed El-Manguş'tu. Bu savaş Trablus'u savunmak içindi ve savaşta yaralandıktan sonra, Mücahid Ramazan Suveyhli'nin ondan sonraki Mısrata Mücahitlerinin liderliğini devralmasını tavsiye eden oydu.
Ahmed Şerif İstanbul’a gitmek için ülkeyi terk ettikten sonra, Hacı Ali El-Manquş Mısrata'ya döndü ve burada mücahit kardeşlerine katıldı ve Kardabiye Savaşı'ndan sonra Sirte Kaymakamlığı görevini üstlendi. Ayrıca Mücahit Sadun El-Suveyhli'nin şehadetinden sonra Mısrata'daki Mücahit Ordusu'nun liderliğini üstlendi.
Orta Asya Türkleri Anadolu’dan önce Kuzey Afrika’ya yerleştiler ve orada devletler kurdular...
Abbasi hilafet ordusunda görev yapan Orta Asya Türkleri görevlerinde yükselmişler, önce komutan daha sonra ülkeler yöneten valiler olmuşlardır.
Orta Asya Türklerinden Mısır’a vali olanlar kısa zaman sonra bağımsızlıklarını ilan etmişlerdir. Mısır’da devlet kuran bu komutan-valilerin devletleri Libya ve Kuzey Afrika’ya da sahip olmuştur...
Önce Tolunoğulları geldi.
Miladi 868’de Buhara’lı Tolun’un oğlu Ahmet, Abbasi’lerin Mısır Valisi oldu ve bağımsız devletini kurdu. Tolunoğlu Ahmet’in Türbesi Türkiye’de Tarsus’dadır.
Tolunoğulları Libya’nın doğusundan Türkiye’de Tarsus’a kadar olan bölgeyi 905 tarihine kadar yönettiler. Bir anlamda ilk Müslüman Türk devleti oldular.
Sonra İhşidiler geldi. İhşid, melikler meliki, sultanlar sultanı demek.
İhşidilerin kurucusu Muhammed ibn Toğuç, Fergana meliklerinin soyundandır. Ona İhşidi denmesinin bir başka nedeni de Mısır’da ve Kuzey Afrika’da yer alan büyük bir ülkenin hükümdarı olduğu içindir.
Kırgız kardeşlerimizin diğer Türk topluluklarından daha fazla İhşidiler üzerinde manevi sahipliği vardır.
Kırgızistan neresi Mısır, Libya, Tunus ve Cezayir neresi demeyin.
Kırgız kardeşlerimiz Kazak, Özbek, Tatar ve diğer Türkistan Türkleriyle birlikte Osmanlı Devleti’nden önce Kuzey Afrikadaydılar.
Halifenin ordusunda asker olarak göreve başlayıp ülkeler yöneten hükümdarlar oldular.
İhşidiler M.S 935’ten 969’a kadar Libya’nın Doğusu’ndan Anadolu’ya kadar olan bölgeyi yönettiler. Buna Mekke ve Medine dahildir.
Sonra Eyyubiler geldiler.
1171 – 1250 arasında hüküm sürdüler.
Eyyubiler de Azerbaycan bölgesinden gelip Anadolu’dan Mısır’a ve oradan Kuzey Afrika’ya uzanan devleti yönetmişlerdir.
Selahaddin Eyyubi’nin Şam’daki Türbesi
Eyyubilerin ardından Memlukler gelmektedir. Memlukler 1250’den 1517’ye kadar bölgeyi yönetmişlerdir.
Memlukler deyince durmak lazım.
Memlukler yönetimi iki devirden oluşmaktadır.… Birinci dönem 1250- 1382 yılları arasında sürmüştür. Tarihte bu döneme Bahri Memlukler Dönemi denilmektedirler.
Bahri Memlukler Kıpçak Türklerindendiler. Aralarında Kırgızlar da bulunmaktaydı.
Onlara Bahri isminin verilmesinin nedeni Eyyubi Sultanı Selahaddin Eyyubi’nin Türkistan’dan gelen askerlere Nil Nehri üzerindeki (Bahri Nil) Rovdah Adasını karargâh olarak vermesidir.
Bahri Memluklerini bize hatırlatan iki hükümdara dikkat çekmek gerekir.
Birincisi Sultan Baybars’tır.
Sultan Baybars 1260 yılında Ayn Calut’ta Moğol ordusunu yenerek büyük bir zafer kazanmıştır.
Tarihte Moğollar karşısında böyle büyük zafer kazanmış bir başka kahraman yoktur.
Diğer yandan Haçlıları bu bölgeden temizleyenler ve onları bu bölgeye sokmayanlar Memlükler olmuştur.
İkincisi Sultan Kalavun’dur.
Sultan Kalavun, Peygamberimiz Muhammed (SAV)’in Medine’de Mescid-i Nebevi’deki Türbesini (Kubbe-i Hadra-Yeşil Kubbe)’yi yaptıran kişidir.
Yavuz Sultan Selim zamanında 1517’de Mısır’ı zapt edilince Bingazi dahil Libya’nın doğusu Osmanlı Devleti’nin eline geçti.
Libya’nın Batı’sının Osmanlı Devleti’ne katılması 1551 yılında Trablusgarp’ın fethiyle gerçekleşti.
Osmanlı Devleti Cezayir’i 1800’lü yılların ortalarına kadar yönetti.
Tunus’u ise 1800’lü yılların sonuna kadar yönetti.
Osmanlı Devleti 1551-1911 arasında Libya’yı yönetti. (1911’deki İtalyan işgalinden sonra da 1914 ve 1918 arasında da Libya’da kısmen Osmanlı yönetimi var.)
Osmanlı Devleti öncesinde Kuzey Afrika’ya başlayan Türk göçü Osmanlı Devleti’nin yönetimi boyunca devam etti.
Milyonlarca Türk Orta Asya’dan, Kırım’dan, Karadeniz civarından, Anadolu’dan ve Balkanlardan Kuzey Afrika’ya göç etti.
Kuzey Afrika’daki Türk devletlerinin hakimiyeti 1918’de bitti. Ancak bu devletlerin yönetimi süresince Kuzey Afrika’ya göç eden Türkler o bölgede kaldılar.
Zannedilenin aksine o bölgeye giden Türkler yok olmadılar hala varlıklarını devam ettiriyorlar.
Kuzey Afrika’da Libya, Tunus ve Cezayir’de bugün kendisini “Köroğli/Köroğlu-Köroğliyye/Kerağle” diye tanımlayan milyonlarca insan bulunmaktadır.
Libya’nın bir önceki Başkanı Serrac’ın ataları Türkiye’deki Manisa şehrinden göç eden Türk soyundan kişilerdi.
Tunus’un kurucu Cumhurbaşkanı Habib Burgiba, Libya Mısrata’daki Köroğlu Aşireti’nin Derdef Kabilesindendir.
Tunus’un ilk Başbakanı Bahi El-Edgam Mısrata’daki Köroğlu Aşireti’nin Yedder Kabilesi’nin Başağası olan Edgam ailesindendi.
Bugün Cezayir’in nüfusu 44 milyondur. Bunun yaklaşık dörtte biri Köroğlu’dur ve bu yaklaşık 11 milyon yapmaktadır.
Tunus’un nüfusu 12 milyondur. Bu nüfusun yaklaşık %20’si Köroğlu’dur. Tunus’ta 2,4 milyon Köroğlu yaşamaktadır.
Libya’nın nüfusu yaklaşık 7 milyondur. Bu nüfusun yaklaşık %15’i Köroğlu’dur. Libya’da 1 milyondan fazla Köroğlu yaşamaktadır.
Verilen rakamlar üst rakamlar değil, asgari rakamlardır.
1-Kırgızistan, Memlükler ve Kıpçaklar ile ilgili iki ayrı araştırma merkezi kurmalıdır.
2-Kırgızistan, farklı ülkelerdeki Memlük ve Kıpçak çocuklarını üniversitelerinde kontenjan vererek ve burs vererek eğitmelidir.
3-Kırgızistan kendi seçtiği Memlük ve Kıpçak ileri gelenlerine ABD’nin “Green Card”ı gibi sürekli ikamet ve çalışma izni veren bir kart vermelidir.
4-Tarihteki Memlük ve Kıpçak kahramanlarının hayat hikayeleri kitaplaştırılmalı ve filmleştirilmelidir.
[2] https://dspace.ankara.edu.tr/xmlui/bitstream/handle/20.500.12575/
50137/9979.pdf?sequence=1&isAllowed=y
[3] https://www.wikiwand.com/ky/%D0%9C%D0%B0%D2%A3%D0%BA%
D1%83%D1%88
[4] http://erkindik.net/forum/topic/558-
%D0%BC%D0%B0%D0%BD%D0%B0%D1%81-
%D1%8D%D0%BF%D0%BE%D1%81%D1%83-
%D1%81%D0%B0%D1%8F%D0%BA%D0%B1%D0%B0%D0%B9-
%D0%BA%D0%B0%D1%80%D0%B0%D0%BB%D0%B0%D0%B5%D0%
B2%D0%B4%D0%B8%D0%BD-
%D0%B0%D0%B9%D1%82%D1%8B%D0%BC%D1%8B%D0%BD%D0%
B4%D0%B0/page-11
[5] (AK KUBEK (AK KÖPÜK) KAHRAMANLIK EFSANESİ F. URMANÇEYEV Çeviren: Burçak OKKALI, Türk Dünyası, Sayı 41, sh.185-201 - F. Urmançeyev, Voprosı Literaturovedeniya i Folkloristiki, Geroiçeskoye Skazaniye “Ak Kubek”, Akademiya Nauk SSSR Akademiya Nauk Azerbaycanskoy SSR, Sovetskaya Tyurkologiya, Mayıs-Haziran, No: 3, Bakü, 1977, s. 13-25) , https://tdkturkdunyasi.gov.tr/tam-metin-pdf/689/tur