TÜRK DÜNYASI SİNEMALARI 4: ÖZBEK SİNEMASI

Özbekistan Orta Asya ülkeleri arasında sinema gösteriminin ilk gerçekleştiği ülkedir. Taşkent’te ilk film gösterimi 1897 yılında gerçekleşirken diğer Orta Asya ülkelerinde sinema daha çok Sovyetler Birliği’nin kurulmasından sonra yaygınlaşmaya başlamıştır. Bu nedenle sinema uzmanlarının Özbekistan’ı Orta Asya’daki sinema sektörünün merkezi olarak tanımlaması doğru bir tesbittir.

Sinema uzmanı Nigora Karimova (2018) Özbek sinemasını üç döneme ayırmaktadır. Buna göre 1900’den 1920’ye kadar olan yıllar ilk dönemi oluşturur. Bu dönemde Türkistan’ın şehirlerinde yeni kültürel olgu olan sinematograf yayılmış ve özel girişimciliğin bir parçası olarak bölgede film gösterme sistemi/altyapısı kurulmuştur. İkinci dönem ise 1920’lerin ortasından 1980’lere kadar uzanan dönemdir. Bu dönemde sinema alanı (üretim, dağıtım vs.) devletin kontrolü altına geçmiş, sosyal realizm (SSCB’nin resmî ideolojisi) ideolojisi çerçevesinde ulusal sinema oluşturulmuştur. Üçüncü dönem ise 1990 ve 2000’lerdir. Bu yıllarda Özbekistan bağımsızlığını kazanmış, bağımsızlıkla birlikte toplumsal ideolojide derin değişimler yaşanmış ve yeni bir ulusal sinema estetiği gelişmeye başlamıştır. Söz konusu dönemde yeni film stüdyoları açılmış, izleyici değişmiş, sinemada stil çeşitlenmiştir (Karimova, 2018: 365).

Karimova (2018) Özbek sinemasını “Orta Asya’daki sinemanın merkezi” olarak adlandırmış, buna gerekçe olarak da Buhara ve Taşkent’te film çekim ve gösterimlerinin başlatılmasını sunmuştur. Özbekistan’da ilk sinema gösterimi 1897 yılında Taşkent’te gerçekleştirilirken (Abul-Kasımova H., Teşabaev D., Mirzamuhamedova M., 1985: 9) bu tarihten sonra Türkistan’ın büyük şehirlerine gezici sinemalar gitmeye başlamıştır. 1900’lerin ilk başlarında Taşkent’te ilk gösterim ofisi (rental office) açılmış ve düzenli film gösterimlerine geçilmiştir. Yazarların belirttiği gibi, bu dönemlerde sinema salonları sadece büyük şehirlerde ve üstelik genel olarak Avrupa kökenlilerin yaşadığı bölgelerde açılmıştır. Şehrin yerlilerinin yaşadığı “eski şehirlerde” sinema salonları kurulmamıştır. Yerli halk için film gösterimleri daha çok dini bayramlarda ve geçici salonlarda veya akşamları binaların düz duvarlarına yansıtma şeklinde gerçekleştirilmiştir. Ayrıca çayhanelerde de film gösterimleri yapılmış, Özbek halkı yiyecek içecekler eşliğinde çaycının işareti ile oynamaya başlayan filmleri zevkle izlemişlerdir.  

Gösterilen filmler genel olarak melodram, komedi, macera ve belgesellerden oluşmuştur. Bölge hakkındaki tarihi belgesel filmler büyük ilgi görmüştür. O yıllarda Türkistan, filmlerde egzotik bir bölge olarak gösterilmiştir. Yöneticiler, onların dinlenme biçimi, avcılığı, törenleri, şehirlerin görüntüleri, mimari objeler, ustaların üretim yerleri, kervan saraylar ve pazarlar kayda alınmıştır.

1920’lerde çoğu zaman sinema gösterimleri öncesi, borazan gibi aletlerle film duyuruları yapılmış izleyicilerin gösteri yerine toplanması için çalışılmıştır (Abul-Kasımova H., 1985: 13). İnsanlar okumayı bilmedikleri için, sinema filmlerinde altyazı kullanma yerine projeksiyoncu ya da özel görevli bir kişi doğrudan çeviri ile seslendirme yapmıştır. Öyleki bazı çevirmenlerin seslendirme biçimi, ses tonu, izleyiciler tarafından film kadar ilgi çekmiş, bu kişilerin seslendirdiği filmlerde salonlar dolmuştur. Bu dönemin sinemasını halk tiyatroya benzetmiş, sinema izlemede tiyatro gelenekleri farkedilmiştir. Sinemanın yayılmaya başladığı ilk yıllarda, Özbekler sinemayı “fotoğrafa çekilmiş tiyatro oyunu” olarak tanımlamış ve “kayıt altına alma” yerine uzun süre “fotoğraf çekmek” ifadesini kullanmışlardır (Abul-Kasımova H., 1985:12).

1912-1914 yıllarında Taşkent’te 15 sinema salonu bulunduğu belirtilmektedir. Bu salonların isimleri ise “Kolizay”, “Mulen Ruj”, “Modern”, “Apollo” gibi Özbek kültürüne uzak isimlerdir (Karimova N., 2018: 367).

Özbek sineması denilince ilk akla Khudaibergen Devanov gelir dersek eksik söylemiş olmayız. (Abul-Kasımova H., Teşabaev D.,1985: 10). Özbekistan’da foto ve sinema sanatının oluşmasında Devanov’un katkısı çok büyük olduğunu Nazarov kendi çalışmasında belirtmiştir (Nazarov, 2018). Devanov, fotoğraf sanatının incelikleriyle Moskova’da tanıştı ve Rus profesyonellerle çalıştı. Heyetin bir üyesi olarak çalışmalarını tamamladıktan sonra staj için 2 ay daha St. Petersburg'da kaldı. İlk Özbek belgeselini bağımsız olarak çekmesine olanak tanıyan PATE marka film kamerası da dahil olmak üzere çeşitli film ve fotoğraf aksesuarlarını ülkesine getirdi. 1908 yılı Özbek sinemasının doğuş yılıydı. Devanov farklı camileri, tarihi mekânları ve minareleri filme alıp fotoğraflayarak Hiva'nın kültürünü ve turistik mekânlarını tanıttı. 1910’da İsfandiyar Han'ın faytona gidişini filme aldı. İlk filmleri “Bölgemizin Mimari Anıtları” (1913), “Türkistan Çeşitleri”dir (1916).

1879 yılında Hiva hanlığında doğan Devanov, 1908’de Türkistan'da ilk foto stüdyosunu açan kişidir. Yurt dışından gelen filmlerden farklı olarak Devanov kendi filmlerinde toplumun kültürel, gündelik hayatını, hanlığın topraklarında yaşayan halkların çeşitliliğini yansıtmıştır. Çektiklerinin yanı sıra yurt dışından getirdiği filmleri de halkın yoğun olarak bulunduğu Pazar gibi yerlerde göstererek yeni sanatın propagandasını yapmıştır.

Devanov’un çalışmaları SSCB döneminde de devam etmiş, onun kayıtları Soyuzkinojurnal’ın (Sürekli Sinema Dergisi) filmlerinde kullanılmıştır. Özbek sinemasının bu önemli ismi Hiva (Horezm) Sovyet Halk Cumhuriyeti’nde Maliye Bakanı olarak da görev yapmıştır. Stalin dönemi Türk Dünyası için kara bir dönem olmuş, birçok aydın Sovyet liderin emriyle halk düşmanı olarak kurşuna dizilmiştir. Devanov’da bu suçlamalardan nasibini almış 1937 yılında halk düşmanı iddiasıyla kurşuna dizilerek öldürülmüştür (Karimova, 2018).

Sinema gösterimlerinde çeşitlilik 1919 yılında Lenin’in kararıyla sona ermiş, film sektörü tümüyle devletin eline geçmiştir (Abul-Kasımova H., 1985: 14). 1920’nin sonlarında Türkistan’da bütün sinema salonları (rental office) Halk Komiserliği'nin denetimi altına girmiştir. Karimova’ya göre yeniden yapılandırılan sinema kurumu iki önemli görev üstlenmiş, bunları ise halkı yeni devlet ve siyaset hakkında bilgilendirme, yani yönlendirme ile ekonomik fayda olarak açıklamıştır. Ancak devletleştirme zaten zayıf durumdaki sektöre daha fazla darbe vurmuş Taşkent’te 1910’larda 10’dan fazla olan salon sayısı 1920’lerde üçe düşmüştür.

1925 yılında Özbekistan’ın Taşkent şehrinde eskiden medrese/cami olan binada “Şark Yulduzi” (Doğu Yıldızı) adıyla ilk sinema stüdyosu açılmıştır. 1936 yılında buranın ismi “Uzbekkino” olarak değiştirilmiştir.

Türkistan bölgesinde ilk sinema filmi “Minaret Smerti”dir (yönetmen Viskovskiy V., 1925). Bu filmi “Musulmanka” (yönetmen Basalıgo B., 1925) izlemiştir. Bu iki filmin yanı sıra bir sürü belgeselde çekilmiştir. Belgesel kayıtlar Özbekistan’da gerçekleşmekte olan değişimile birlikte manzaralar, tarihi anıtlar, etnografik görüntüleri kapsamıştır. Bu dönemlerde sinema filmlerini çeken ekiplerin tamamı Moskova’dan gönderilmiştir. “Ölüm Minaresi” ve “Musulmanka” filmlerinin yönetmen ve çekim ekibi ile oyuncuları da yurt dışından gelmiştir. “Ölüm Minaresi” bir macera filmidir. “Musulmanka”da (Müslüman Kadın) ise kadınları özgürleştirme konusu ele alınmıştır. O tarihlerde filmde oynatacak Özbek kadın bulunamadığı için oyuncular daha çok yurt dışından gelmiştir. Filmlerin içeriğinden anlaşıldığı gibi, söz konusu dönemin sinemasının merkezinde “gericilikle mücadele”, sınıf çatışması/mücadelesi, kadın hakları, kadınları özgürleştirme konuları olmuştur (“Musulmanka”, “Vtoraya jena”, “Çadra”). Bunların yanı sıra arazi reformlarını gerçekleştirme de sinemada önemli konulardan biridir. Abul-Kasımova, bunlara ayrıca “Basmacılara Karşı Mücadele” konusunu da ekler (Abul-Kasımova H., 1991: 24).

Yurt dışından gelen tecrübeli isimlerle birlikte sinemaya ilgisi olan Özbekler de çalışmaya başladılar. Bu birliktelik olumlu neticeler verdi. Yerel isimlerin bazıları sahada sinemacılığı öğrenirken bir kısmı ise özel eğitim için Moskova ve Leningrad şehirlerindeki sinema okullarına gönderildi. Diğer Sovyet ülkelerinde olduğu gibi Özbekistan’da da bir sinema dergisi kuruldu. “Özbekistan Dergisi” adını taşıyan dergi Özbeklerin sinemaya alışmasını hızlandırdı. 1925-1929 yılları arasında 60 sayı yayınlanan dergide o yıllarda yaşanan önemli olaylar ve kültürel değişimlerin izlerini görmek mümkündür. Sinema Özbekistan’da mesaj iletici, eğitici, yönlendirici, eğlendirici bir araç olarak kullanılmıştır.

Çekilen belgesellerde tarımdaki teknolojik yeniliklere, tıbdaki gelişmelere yer verilmiştir. Örnek vermek gerekirse en fazla pamuk toplayan bir işçinin öyküsü ve onunla yapılan röportajlar belgeselin ana teması olarak kullanılmıştır. Belgesellerde genel olarak mevcut rejimi desteklemek için, “devrime kadar zor durumda yaşayan, sonra devrimin getirdiği iyi şeyleri gören ve onları destekleyen, devrim için mücadele eden kahramanlar” anlatılmaya çalışılmıştır (a.g.e.1991: 32). Kurmaca filmlerde ise devrimi, yenilikleri destekleyen kişiler olumlu, devrimden önce zenginleşenler ise olumsuz klişeler olarak yansıtılmıştır. Sinema, halkın beğenisi ve beklentisinden daha çok yönetici elitin propagandası için kullanılmıştır. Örneğin, Sovyet yönetimiyle birlikte kadınların özgürleştiği sürekli vurgulanmıştır. Bu nedenle “prangalarından kurtulmak isteyen, bunun için mücadele eden kadınların şiddete uğradığı veya öldürüldüğü”nü anlatan filmler çekilmiştir.

1925 ve 1936 yılları arasında Özbekistan’da çekilen 20 uzun ve otuzdan fazla kısa metrajlı filmin tamamı sessiz çekilmiştir. 1932 yılında ise tarihi ve belgesel filmler stüdyosu “Soyuzkinohronika” adıyla ayrılmış, yani belgesel film ve kurmaca filmleri yaratanlar iki farklı ekip olarak çalışmaya başlamıştır. İlk sesli belgesel filmi 1932’de “Kumdaki Oazis” adıyla çekilmiştir. 1920’ler ve 1930’lardaki filmlerin içeriklerine bakıldığında, din gericilikle özdeşleştirilmiştir. Din karşıtı yaklaşım sadece sinemada değil, edebiyatta ve diğer sanat dallarında da gözlenmektedir. Nigora Karimova 1930’larda Özbek sinemasında özgünlüğün ortaya çıktığını belirtir (Karimova, 2018: 373). “Ramazan” (1932), “Pered Rassvetom” (1934), “Egit” (1935) filmleri buna örnek gösterilebilir. Bu filmlerde ulusal kimlik arayışı söz konusudur.

1930’larda diğer sanat alanlarında olduğu gibi komünist yönetim muhaliflere yönelik bir “temizleme” süreci yürütmüştür. İkinci dünya savaşına kadar süren bu dönemde birçok Özbek sinemacı anti Sovyet veya “milliyetçi” suçlamasıyla ya hapse atılmış ya da kurşuna dizilmiştir (H. Devanov ve S. Hodjaev). Çok sayıda tecrübeli isim de sinemadan uzaklaştırılmıştır. Karimova bunun neticesinde ulusal sinemanın gelişiminde çok ciddi bir gerileme yaşandığını belirtir. Ülkede sinemanın yeni doğduğu yıllarda olduğu gibi, bu yıllarda da sadece yurt dışından gelen uzmanlar yönetmenlik yapmaya devam etmiştir. Bu yıllarda yerel/ulusal sinema yaratıcılık ve özgürlük büyük darbe yemiştir.  Bu durum sadece savaş döneminde biraz düzelmiştir (Karimova N., 2018: 374).

1936-37 yılları Özbekistan’ın kurmaca filmlere sesin geldiği yıl olmuştur. İlk sesli film ise Aleksandr Usoltsev-Garf’ın “Klyatva”dır (1937).

II. Dünya savaşı döneminde Moskova, Ukrayna, Belarusya’da çalışan önemli yönetmenler Taşkent’e gelerek, çalışmalarını burada devam ettirmişlerdir. Özbekistan’a gelen yönetmenlerden bazıları eski projelerini sürdürürken bir kısmı yeni projeler üzerinde çalışmalar yapmıştır. Bu dönemde ülkede çok sayıda belgesel çekilmiştir. Bu belgesellerin büyük çoğunluğu propaganda amaçlıdır. Filmlerde Almanlara karşı cephede savaşan askerler ve onlara destek için cephe gerisinde mücadele eden halka vurgu yapılmıştır. Savaş döneminde yeni film türü ortaya çıkan bu belgeseller “milliyetçi-film” olarak adlandırılır. Bu filmlerde popüler tiyatro oyuncuları, şarkıcılar, dansçılar, müzisyenlerde oynamıştır. Bu dönemde komedi filmleri de çekilmiştir. “Nasreddin Buhara’da” adlı kurmaca filmi Rusyalı yönetmen Yakov Protazanov  1943 yılında Taşkent’te çekmiştir. Filmin savaştaki askerler tarafından ve cephedeki izleyiciler tarafından da çok olumlu karşılandığı belirtilir (Abul-Kasımova H., Teşabaev D., Mirzamuhamedova M., 1985: 86). Bu uyarlamadan sonra Sovyetler Birliği’ndeki diğer ülkelerde de Nasreddin Hoca hakkında farklı filmler çekilmiştir. Nasrettin Hoca filminde Yakov Protazanov’un yardımcısı olarak çalışan Nabi Ganiyev, savaştan sonra “Pohojdeniya Nasreddina” (Nasreddin’in Maceraları) adlı yeni bir film çekmiştir.

Savaşın ardından sadece Özbek sineması değil, bütün Sovyet sineması zor günler geçirmiştir. SSCB yönetimi “az olsun, ama bizim olsun” politikasını başlatmış, sinemada sıkı bir sansür uygulamıştır. Kremlin’nin sansürü ve denetimi nedeniyle çekilen film sayısında önemli oranda azalma gözlenmiştir. Savaşın ardından Sovyetler Birliği’nde çekilen film sayısı 8-10 adete kadar düşmüştür. 1949-1952 yılları arasında Özbek sinemasında kurmaca film üretilmemesinin nedeni de budur. Sovyet halklarının Alman işgaline karşı direnişi Stalin’in şahsına indirgenmiş, oluşturulan “kimlik kültü”nün sinemaya yansıması ise olumsuz olmuştur (Zorkaya, 2014: 292). Bu zaman diliminde ise “Özbekfilm” stüdyosu sadece belgesel ve haber filmleri hazırlamıştır.

1950’lerin ilk yarısında Özbek sinemasının gelişmesinde bir yavaşlama gözlenir (Karimova N., 2018: 377). Sansürün yaratıcılığı kısıtladığını vurgulayan Karimova, kimlik kültü ile gerçekliği mitleştirmenin Özbek sinemasına darbe vurduğunu belirtir. 1950’lerin ortasında Özbek sineması yeni yaratıcılık arayışına girmiştir. Bu arayışın asıl amacı halkın hayatına yakın olma olarak belirtilmiştir (Abul-Kasımova H., 1985: 110). Özbek sinema stüdyosunda yapılan filmlerin sayısının arttığı bu dönemde ayrıca sanatsal kaliteyi yükseltmeye yönelik çabalar da göze çarpmaktadır.

1956’dan sonra film türleri genişlemiş, çağdaş konu ve sorunlar sinemada daha çok ele alınmaya başlamıştır. Sinemacılar ideolojik-propagandacı, stereotipik metodlardan kaçınırken “genç kahramanlar”ı konu edinen filmler öne çıkmıştır. Özbek sinemasının asıl yükseliş dönemi 1960’lı yıllar olarak bilinir. 1960’ların başında Özbek sinema stüdyosu yeni adresine taşınırken, belgesel stüdyosu da “Özbekfilm”den ayrılmıştır. Yani iki farklı türdeki filmler iki ayrı stüdyoda, ayrı ekip ve yönetmenler tarafından çekilmiştir. Aynı yıllarda film stüdyosunun teknik altyapısı da iyileştirilmiş, yeni platolar kurulmuştur. Diğer önemli unsur ise genç kadrolardır. Bu yıllarda Moskova’dan Leningrad’da kadar birçok sinema okulundan mezun olan genç, Taşkent’e dönerek Özbekfilm’e güç katmıştır. Genç sinemacılar yeni stil ve yaklaşımlarla çağdaş sorunları büyük ekrana taşımıştır.

Nigora Karimova, Fransız Yeni Dalgasının 1960’larda sadece batı ülke sinemalarını değil Özbek sinemasını da etkilediğini dile getiriyor. Ona göre, bu dönemde kurmaca sinemada ulusal-kültürel gelenekler ile kendini tanıma çabaları öne çıkmıştır. Propaganda aracı olarak kullanılan filmler halkın geleneksel yaşam biçimini gericilik olarak göstermiş bu ise ulusal sinemanın gelişmesini olumsuz etkilemiştir. Belgesel sinemada konu çeşitliliği kurmaca filmlere oranla daha fazladır. İşçilerin çalışmaları, şehir hayatı, büyük alt yapı projeleri yeni gerçeklik yaklaşımı kullanılmadan sanatsal dille iletme gösterilmeye çalışılmıştır.

Bu dönemde tarihi ve macera filmleri, tiyatro oyunlarının uyarlanması ve çağdaş meseleleri işleyen filmler çekilmiştir. Dönemin ana konusunu ise insanın iç dünyası oluşturmuştur. 1960’lar sinemasının öne çıkan bir başka özelliği ise edebiyatla yakınlaşmadır. Roman ve hikâye yazarları senaryo yazım sürecine katılmış, birçok tarihi ve komedi filme imza atmıştır. 1960’ların ikinci yarısında ise, Özbek sinemasının odak noktasında insan kimliğinin benzersizliği yer alır. Karimova’ya göre, bu dönemin sineması “şiirsel dalga” olarak adlandırılmaktadır. Bu dalga sonraki dönemleri de etkilemiştir. Artan şehirleşmeyle birlikte 1960’lardan sonra sinemada şehir konusu öne çıkmıştır. Yeni kuşak Özbek sinemacıları ortaya çıkan bu yeni olguyu filmlerine taşımışlardır.

1970’lerle Özbek sinemasında yılda yaklaşık 50 belgesel film üretilmiş, bunların 5-6 tanesi uzun metrajlıdır. Bu filmlerin kapsadığı/ele aldığı konular ise çok geniştir: Büyük işletmelerin faaliyetleri, şehirlerle ilgili şiirsel hikâye filmler (poetic film story), çağdaş insanlarla ilgili biyografi belgeselleri bu kapsamda değerlendirilebilir. Bu dönemde önceden işlenen konular yeni bakış açılarıyla tekrar ele alınmış ve çağdaş hayat sinemaya taşınmıştır. Yetmişlerde ilk kez diğer yabancı ülkelerle ortak filmler çekilmiştir. Örneğin, “Povest o Dvuh Soldatah” (İki Asker Hakkında Öykü) Bulgaristan’la birlikte (1977,), “Lyubov i Yarost” (Aşk ve Öfke) Yugoslavya ile birlikte (1979), “Priklyuçeniya Ali Babı i 40 Razboynikov” (Ali Babanın Maceraları ve 40 Haramiler) Hindistan’la birlikte (1980) çekilmiştir (Abikeeva G., 2001: 182). Hindistan ile birlikte gerçekleştirilen “Priklyuçeniya Ali Babı 40 Razboynikov” filmi ülke içinde en büyük gişe yapmıştır.

1970’lerin Özbek sinemasında diğer Sovyet sinemalarında olduğu gibi arayışlar sürmüştür. Ülkedeki en başarılı filmler ve sanatsal denemeler Şöhret Abbasov, Adham Hamraev, Eyüp İşmuhamedov, Damir Salimov, Kamara Kamalova gibi yönetmenler tarafından gerçekleştirilmiştir.

1970’lerde filmlerde “kaygı” hissi ve gerçekliğin “yasaklanmış” görünüşleri ortaya çıkmaya başlamıştır. “Velikolepnıy Meçtatel” (Muhteşem Hayalperest-1977), “Triptih” (Üç Parçalı-1979), “Vstreçi i Rasstavaniya” (Buluşmalar ve Ayrılıklar-1973) filmlerinde Sovyetlerde yaşayanların hayatının absürdlüğü ve “sistemdeki” muhaliflerin geleceği gerçekçi biçimde yansıtılmıştır.

1980’lere gelindiğinde Özbekfilm stüdyosunda yılda 10-12 kurmaca film üretiliyor ve 65 filme dublaj yapılıyordu. 1980’lerin ortalarına kadar önceki sinemacılar kuşağının oluşturduğu gelenekler devam ettirilmiştir. Abikeeva kendi çalışmasında 1986 yılında “Yeni Sinema” olgusunun ortaya çıktığını belirterek, yeni sinemanın simgesi olarak 1986 yılında çekilen yönetmen Farid Davletşin’in “Taynoe Puteşestvie Emira” adlı filmini örnek göstermektedir. Abikeeva’ya göre, 1980’lerin ikinci yarısında Özbek sinemasında üçüncü dalga yerel yönetmenler ortaya çıkmıştır. Abikeeva, Djahangir Fayziev’in 1989 yılında çektiği “Siz Kim Siz” filmini ise “yeni Özbek dalgasının” dönüş/başlangıç noktası olarak adlandırmaktadır. Karimova ise 1980’lerin sonunda yeni yönetmenlerin (Djahangir Fayziyev, Ergaşev Isamat, Babaev Sancar, Razıkov Yusup vb.) yeni felsefe ve yeni stil arayışına yön verdiklerini belirtmiştir (Karimova N., 2018: 385). Burada sinema filmi yaratmada kullanılan Sovyet Modelini yıkma söz konusudur. Bu yeni kuşak yönetmenler önceden yasaklanan konuları sinema filmlerinde ele almışlardır. Karimova’ya göre, bu yönetmenler biçim ve stil konusunda eski kuşağın estetik tecrübesini tamamen reddetmişlerdir. Önceden sinema filmleri daha realistik ve gerçekliği olumlu değerlendirerek ekrana yansıtırken, 1980’lerın sonunda ise bu durum değişerek, manevi ve sosyal düzeydeki olumsuz olguları yansıtan çok sayıda film çekilmiştir. Karimova’nın da dikkat çektiği gibi 1980’lerin sonu ve 1990’ların ilk yıllarında Özbek sinemasında paradigma değişimi yaşanmıştır. Bu değişimde Sovyetler Birliği’nde gözlenen siyasal ve kültürel değişimlerin de rolü olmuştur.

BAĞIMSIZLIK SONRASI ÖZBEK SİNEMASI

1990’ların başında Sovyetler Birliği’nin dağılması dünya haritasında değişikliğe neden oldu.  Diğer Orta Asya ülkeleri gibi, 1 Eylül 1991 yılında Özbekistan özgür bir ülke oldu. Gönül Dönmez-Colin (2010) bağımsızlıktan sonraki yıllarda Özbek sinemasının komşularına göre daha sağlam durumda olduğunu belirtmektedir. Ona göre Orta Asya’daki ülkelerde sadece Özbekistan’da ulusal sinema Hollywood filmlerine göre daha büyük gişe yapmaktadır (Gönül Dönmez-Colin, 2010: 402). Gülnara Abikeeva ise, Sovyetler Birliği’nin dağıldığı yıllarda Özbekistan sinemasının kendi başına varlığını sürdürme kapasitesine sahip olduğunu öne sürmüştür. Ekonomik olarak Sovyetlerden kopan diğer ülkelere göre daha iyi bir durumda olan ülkede çok sayıda film üretilmeye devam etmiştir.  Bu filmlerden sadece 7-8 filmin uluslararası festivallere kabul edildiğini belirten Abikeeva, “Ama bu durum çoğunluk Özbekistanlı yönetmenleri endişelendirmez, çünkü en önemlisi Özbek filmlerini Özbekistan’ın kendi halkı izler. Bu anlamda, Özbekistan ulusal sinemayı geliştirmede Hindistan’ın modelini seçmiş gözüküyor” diye yazmaktadır (Abikeeva G., 2010: 185).

Özbekistan’da film pazarının başarılı bir şekilde gelişmesinin en önemli faktörü yerleşik bir izleyici kitlesinin varlığıdır. 1990'ların sonu ve 2000'lerin başında Özbekistan'da sinemaya ilgi hızla arttı. Devletin de desteğiyle yerli film üretiminde adeta bir patlama yaşandı. Ancak çekilen film sayısı tek başına bir anlam ifade etmiyor. Ülkede piyasa ekonomisine geçişle birlikte film sektörü de ticarileşti. Seyirci sayıları başarıda ana unsur oldu. Bu nedenle yeni çekilen filmlerde sinema izleyicisinin beklentileri daha fazla dikkate alınmaya başlandı.  Özbekistan'ın ulusal uzun metrajlı filmlerinin günümüzde ana izleyici kitlesini gençler oluşturuyor.

Özbekistan'ın uzun metrajlı filmlerinde ulusal kimlik arayışı bilinçli ve amaçlı bir tercihtir. Devletin uzun metrajlı filmlerin toplumun manevi atmosferini şekillendirmedeki rolüne ilişkin yaklaşımı, film sektörünü teşviki amaçlayan bir dizi hükümet kararnamesine de yansıdı. Bağımsızlık döneminde devlet, Özbekistan'da film yapımı için önemli fonlar ayırmaya başladı. Komşu ülkelerden uzmanlar bile bu sürecin Özbekistan'da uzun metrajlı filmlerin gelecekte başarılı bir şekilde gelişmesi için önemli bir ön koşul olduğuna dikkat çekti. Özbek sinemasının gelişim umutlarından bahseden Kazak sinema eleştirmeni Abikeeva bu eğilimi vurguladı: “Özbekistan gelecekte Orta Asya bölgesi sinemasında liderlik iddiasında bulunabilir. Özbek cumhurbaşkanı, bölge ülkelerinin liderleri arasında ulusal sinemanın güçlü bir ideolojik silah olduğunu ve kendi politikasını sürdürmek için Batı’dan film satın almaktansa kendi sinemasına yatırım yapmanın daha karlı olduğunu fark eden ilk kişi oldu, O dönemde ucuz ama ideolojiyi olumlu yönde katkı sağlamayan hatta olumsuz etkileyen Hint sineması vardı.”

Özbekistan’da 1990'lar sadece ülke ekonomisi için değil, aynı zamanda ulusal ve kültürel kimlik arayışı açısından da zorlu bir geçiş dönemi. Abikeeva o yılları “Yaratıcı bir kriz dönemi” olarak nitelendiriyor ve şöyle devam ediyor: “Sovyet ideolojisinin baskısı ortadan kalktıktan sonra ulusal kimlik, geleneksel değerlere ve dünya görüşüne geri döndü. Bir yandan bu süreç kaçınılmaz bir aşamadır, diğer yandan Özbek sinemasının kronotopunun geriye gittiği aşikârdır. Burada açıkça aktif bir bilinç ve geleneksel formlara geri dönüş söz konusu... Yusup Razykov'un “The Orator” filminin ortaya çıkışı ve ardından genel anlamdaki değişiklik olmasaydı, durum trajik sayılabilirdi.”

Yeni dönemin bir diğer özelliği ise 2000'li yıllardan itibaren piyasa ekonomisine geçilmesidir. Özel film stüdyoları kurulmaya başlıyor ve seyircili ya da ticari amaçlı uzun metrajlı filmler gösterime giriyor. Çoğunlukla devlet emriyle yaratılan filmlerle temsil edilen auteur, daha elit uzun metrajlı filmlere paralel olarak gelişmektedir. Aynı zamanda yerli ticari uzun metrajlı filmlere yönelik kamuoyunun geniş ilgisi Orta Asya bölgesinde benzersiz bir olgu haline geldi. Özbekistan'ın çağdaş yönetmenlerinin eserlerine gösterilen istikrarlı ve yakın ilgi, sinema salonlarının dolu olması Özbek halkının yerli sinemaya olan sonsuz sempatisinin ve ilgisinin kanıtıdır. Bu, özellikle diğer Orta Asya cumhuriyetlerindeki yerli sinematografların ürünlerine seyircinin tamamen kayıtsızlığının arka planına da dikkat çekmektedir. Bu durum yerli film yapımcılarının, Orta Asya cumhuriyetlerinden eleştirmenler, uzmanlar ve yabancı otoritelerin defalarca dikkatini çekti.

Ancak uzun metrajlı filmlere izleyicinin bu ilgisi ve ticari getiri amacıyla tüketim mallarına ve kitsch[1] ürünlere dönüşme tehlikesi taşımaktadır. Sinema akademisyenlerinin, film yapımcılarının ve bizzat izleyicilerin "khon-takhta" lakaplı bu tür filmlerin yaratıcılarına yönelik eleştirileri son zamanlarda yoğunlaşmaktadır.

Burada şunu da vurgulamak gerekmektedir. Özel stüdyoların tüm filmleri geniş ilgi görmemiştir. Film akışı arasında hem ticari açıdan başarılı hem de flop filmler[2] vardır. Yurt içi dağıtım gerçek anlamda ulusal hale gelirken; sinemalarda gösterilen filmlerin %60'ından fazlası Özbek yönetmenler tarafından, özellikle de özel stüdyolarda yapılan filimlerden oluşuyordu. Yılda ortalama 50 film vizyona girse de bugüne kadar bunlardan sadece 10'u Özbekkino şirketi aracılığıyla devlet tarafından finanse ediliyor. Özbekistan'da ticari sinemanın kendine has iç dinamikleri ve stratejisi bulunuyor.

Özel stüdyolar arasında izleyiciler için sürekli bir rekabet vardır. Örneğin hit bir film gişede belirir, çok sayıda izleyicinin ilgisini çeker ve beyazperdede uzun süre kalır. Film girişimcileri, rakiplerinin önüne geçmeyi ve aynı sansasyonel hikâyenin kendi versiyonunu yayınlamayı garantilemektedir. Bu durum eski Yeşilçam filmleri ve günümüzdeki Türk dizilerine benzemektedir. Özbek filmleri de tutulan bir film olduğunda farklı oyuncuların katılımıyla, yeni bir film müziğiyle, yeni gerçekliklerde yeniden sunulur... Ve bu, izleyici bu şablondan sıkılana kadar devam eder. Bu tür filmlerin bütçesinin büyük olmadığını belirtmekte fayda var. Yani bunlar hızlı ve ucuz üretilen, maliyeti 25-30 bin doları geçmeyen filmlerdir. Bilet fiyatı 5-8 dolar olan filmi 20-30 bin kişinin izlemesi yeterli olmaktadır. Seans sayısı dikkate alındığında hemen hemen her tablonun birkaç ay içinde kendini amorti etme şansı vardır. Birkaç ay boyunca sinemalarda kalan son derece karlı filmler de var. Bilindiği gibi, Özbek ticari sinemasının özel stüdyolar tarafından üretilen temaları, zaman içinde test edilmiş tema yelpazesinin ve halkın tür tercihlerinin ötesine pek geçmemektedir. Esas olarak aile içi bir drama, romantik komedi ve aile değerleri ve ilişkilerinin geleneksel temasıdır. Polisiye, tarihi film, film uyarlaması, psikolojik drama, fantastik gibi türler halen oluşum aşamasındadır. Son yıllarda yerli film yönetmenleri fantastik türü geliştirmek için ciddi girişimlerde bulunmaktadırlar.

Özbekistan'da ticari sinemanın hızlı gelişimi, film yapımcıları için yüksek gişe sonuçlarını ön plana çıkarmış, bu da sinemayı gösteri dünyasıyla birlikte çalışmaya zorlamıştır. Önde gelen plak şirketleri ve pop yıldızlarının yapımcıları, oyuncuları için ek bir PR hamlesi olarak bundan yararlanmaktadır ve klipler piyasayı canlandırmaktadır. Klipler yeni nesil için birincil faktör haline geldi, hatta bazı durumlarda senaryolar belirli bir pop sanatçısı için yazılmaya bile başlandı ve bu da film estetiği ve sanatını olumsuz yönde etkiledi.

Özbek ticari sinemasından örnekler;

“Sosyalist gerçeklik” çağının yeniden düşünülmesi 80'lerin sonundaki filmlerle (“Siz kimsiz?”, “Taş İdol”, “Bir Askerin Hikayesi”, “Vahşi”) başladı ve ilk bilim kurgu filmi “Abdullajan, Steven Spielberg'e adanmıştır” (1991, yönetmen Zulfikar Musakov) ve “Şafaktan Önce” filminde. Öte yandan yakın geçmişin tasvirinde yeni bir dönemeç yaşandı ve bu durum Yusup Razykov'un "Hatip" ve "Yoldaş Boykenzhaev" gibi filmlerinin ortaya çıkmasına yol açtı. 1998'den bu yana, sinemanın gelişiminde ulusal üslupların seçimiyle karakterize edilen ikinci aşama başladı (M. Abzalov'un “Chimildik”, S. Nazarmukhamedov'un “Chayongul”, M. Radjabov'un “Pari Momo”, “Dilhirozh)” Yusup Razykov'un, Kh. Nasymov'un “Yodgor”, Yolkin Tuychiev ve Ayub Shakhobutdinov'un “Karda Lale” “Bir Rüyanın Peşinde.” Diğer tarihi filmler: “Imam el-Buhari” (1995), “The Büyük Emir Temur” (1996). “Mukhabbat Sinovları”, (yön. R. Sadiev) (2003); "Fotima va Zuhra", (yön. B. Yakubov) (2005); "Boyvaça", (yön. Zh. Pozilzhanov) (2007).

Modern sinema sürecinin bir özelliği de Özbek filmlerinin gösterildiği sinemaları ziyaret eden geniş bir genç izleyici kitlesinin oluşmasıdır. “Yul Bulsin” (2006, yön. Tamara Kamalova), “Vatan”, “Çaşma” (Kaynak), “Yurt”, “Gökyüzünde Çocuklar”, “Hafıza”, “Soginch Sohili” (Parlak Üzüntüler Ruhumu Kucakladı), “Oidina”, “P.S.”. Gişe rekorları kıran ünlü filmler: “Romeo ve Juliet”, “Boyvaccia”, “Ketma” gibi.

Son zamanların hit filmleri arasında Murad Radzhabov'un başrol oynadığı "Süper Gelin" ve "Kiralık Damat" komedileri yer alıyor. Film uzmanı Gulnara Abikeeva'ya göre Özbek sineması, "film miktarının kaliteden üstün olduğu" Hindistan deneyimini hedeflemektedir. Özbek sinemasının bir klasiği olan Shukhrat Abbasov, “güçlü çatışmaların, fikir çatışmalarının olmadığı filmlerin hâlâ vizyona girdiğini” söylemektedir. Eleştirmen Rozika Mergenbaeva, "en az 10 bin ABD doları bulan herkesin film yapabileceğini; sinema profesyonellerinin onlara 'khon-takhta' (kesme tahtası) adını verdiklerini, yani turta gibi aceleyle yapıldığını" belirtiyor. Ayub Shakhobiddinov'un yönettiği “Cennet Benim Meskenimdir” (“Parizod”) filmi 2012 yılında Kinoshock Festivali’nin Büyük Ödülü'ne layık görüldü. 2020 yapımı belgesel “Onun Hakkı” beğeni kazanan bir yapımdı yine 2020 yılında senaryosu ve yönetmenliğini Yolkin Tuychiev’in yaptığı Özbekfilm tarafından sunulan “Farida'nın 2000 Şarkısı” en beğenilen Özbekistan filmleri arasında yeraldı.

Sovyetler Birliği döneminde tüm film stüdyoları için Goskino tarafından onaylanan tek bir sistem vardı. Düzenlemelere göre, her uzun metrajlı filmin bir kopyası, White Stolby mikro bölgesinde, Moskova yakınlarındaki Domodedovo kasabasında bulunan Gosfilmofond arşivine gönderildi. Mikrobölgenin adı film depolama tesisi olarak kullanıldı. Özbekistan bağımsızlığını kazandıktan sonra film arşivlerine yeni film göndermek gereksiz hale geldi ve filmlerin diğer kopyaları şu ya da bu nedenle kayboldu. Böylece Özbekistan bütün bir kültürel film belleğini kaybetmiş oldu. Ve bu İnternet öncesi dönemde olduğundan, pek çok kasetin sanal kopyaları bulunamıyor. Ancak Rusya Devlet Film Fonu arşivlerindeki filmleri dijitalleştirerek mirası geri yüklemek mümkün olacaktır. Örneğin, "Bir Rüyanın Sarılması: İlk Aşkın Harikaları” Firdavs Zainutdinov'un yönettiği bu film, 1986 yılında Musa Tashmukhamedov'un (Aybek) romanından uyarlanarak çekildi. Film, XIX All-Union Film Festivali'nde "En iyi görsel film" ödülünü aldı ve IX Uluslararası Asya, Afrika ve Latin Amerika Film Festivali'nde "En iyi film uyarlaması" ödülüne layık görüldü.

TIKA, Kırgızistan’da Kırgızfilm’e çok önemli destekler sağladı. Konvansiyonel filmleri dijitale onararak dönüştüren cihazlar satın aldı. Özbekistan’ın bu durumu dikkate alarak aynı şekilde eski filmlerini Rusya’dan getirterek film hafızasını güçlendirmesinde büyük fayda olacaktır.

Kaynakça:

  • Abikeyeva, G. (2001). Кино центральной Азии, 1990-2001. Комплекс. https://kazneb.kz/ru/bookView/view?brId=1167881&simple=true#
  • Abikeyeva G. (2010) Uzbekistan: 'Chopping Board' or Serious Cinema? // Studies in Russian and Soviet Cinema. Bristol, Volume 4, Number 2
  • Абикеева, Г. (2018). История кино Казахской ССР, перестройки и первых лет независимого Казахстана. In История национальных кинематографий в СССР и перспективы развития кино государств - участников СНГ, стран Балтии и Грузии: Коллективная монография (pp. 225-306). Академический проект.
  • Abul-Kasımova H., Teşabaev D., Mirzamuhamedova M. (1985), Kino Uzbekistana, Taşkent, İzdatelstvo literaturı i iskusstva imeni Gafura Gulyama
  • Abul-Kasimova (1991) X. Çin ve Özbekistan'ın sanat kültürü. – T.: “Hayran”,
  • Askarova Amina (2015) Sovyet Döneminden Bağımsızlığa Geçişte Özbek Sineması, Yüksek Lisans Tezi, Mimar Sinan Güzel Sanatlar Üniversitesi, Sosyal Bilimler Enstitüsü, Sinema Tv Anasanat Dalı, Sinema Tv Programı, İstanbul
  • Karimova, N. (2018). Özbekistan'da uzun metrajlı sinemanın tarihinden. SSCB'de ulusal sinematografların tarihi ve BDT üye ülkeleri, Baltık ülkeleri ve Gürcistan'da sinemanın gelişimi için beklentiler: Kolektif monografi (s. 365-392). Akademik proje.
  • Nazarov S. (2016), İstoriya Uzbekskogo kino: tvorchestvo Hudaybergan Devanova, Vestnik sovremennoy nauki, №12, İSSN 2410-2563
  • Zorkaya, N. M. (2014). History of Russian Cinema, White City.
  • https://www.film.ru/movies/ee-pravo
  • https://en.wikipedia.org/wiki/Khudaibergen_Devanov.
  • https://uz.sputniknews.ru/20191003/Zabytye-shedevry-kakie-kultovye-uzbekskie-filmy-vernutsya-na-rodinu-12549324.html

 

 

[1] Kitsch, (Kiç diye okunur), tüketicilerinde (seyreden, izleyen, dinleyen, okuyan, bakan kişilerde) estetik etki yaratan ancak herhangi bir sanat akımı kapsamında değerlendirilmesi mümkün olmayan ürünleri ifade eden bir sanat terimidir.

[2] Gişede batmak, gişe başarısızlığı veya gişede patlamak sinema gösterimlerinde kâr getirmeyen veya son derece başarısız olduğu kabul edilen filmler için kullanılır.